Every human being on earth, has the right to dream freely. Including, bastards, alcoholics and even idiots.

Melaba!

Bu blog'un yazarı, bu blog'la ilgili hiç bir şey vaad etmediği gibi, eşek sıpasının da tekidir. Bi hayrını görmezsiniz. Yaralı parmağa işemez yani. O derece...

Engelliler Gazetesi

29 Temmuz 2009 Çarşamba


Bu gazetenin olayı var ya. Yolda giderken önünüzü kesip "Engellilere yardım etmek ister misinizzzz?" diye soruyolar. Bu işi yapan insanlar var misyoner gibi.


Son zamanlarda dikkat ediyorum, bu tayfanın Beşiktaş ve Taksim'deki neferleri, süper taş ötesi hatunlar. 2-3 tanesini görünce ben kötürüm oldum, o derece. Var bu işte bi iş ama, henüz çözebilmiş değilim. Ya çok iyi niyetliler, kedi yavrusu görünce bile ağlayan insanlar ya da birileri bizi çok pis yiyo.


-Bir rakı sofrasında, haydariye ekmek banılıyorsa, o sofradan hayır gelmez.


Tunanymous

İSTANBUL

24 Temmuz 2009 Cuma



Yıllar önce izlemiştim bunu. Takip ettiğim bloglardan birinde tekrar görünce bi acaip oldum. Yazıyim dedim.

Evet artık buranın adı İstanbul'dur. Bakın ben asla milliyetçi biri değilim. Yani o bildiğiniz "Since 1453" tribinde, kafatasçı adamlarla uzaktan yakından alakam olmaz. Tanıyan tanıyor zaten. Ama bu kadar güzel bir şehrin, benim memleketimde olması da hoşuma gidiyor be abi. Artislik yapmak istemiyorum(ya da istiyorum len) ama Avrupa'nın da 3-5 şehrini görmüş bir insan olarak söylüyorum, coğrafi olarak İstanbul'un yanına bile yaklaşabilecek bir şehir görmedim. Paris'i, Roma'sı, Barcelona'sı. vs vs.. Şehrin ortasından deniz geçiyo ya, ötesi var mı? 5 dakikada Avrupa'dan Asya'ya geçme olayını saymıyorum bile. Zaten gereksiz lan. Kime göre Asya, kime göre Avrupa arkadaşım. Bize Avrupa'nın sınırlarını taaa Ural Dağlarına kadar falan diye öğretmişlerdi. Yok burda öyle bi dağ.

Boşver onları, bi kere adı çok güzel. İstanbul. Söyleyince senin de hoşuna gitmiyo mu? İS-TAN-BUL. Bi Roma de mesela.. I-ıh. Paris.. I-ıh. Nerden geliyomuş ismi, onu da araştırdık. Aslen İstinpoli. Şehirde, şehire demek. Eski zamanlarda nüfus az olduğundan insanların çoğu İstanbul'da bulunurmuş. Bu nedenle de İstanbul'a isim vermek yerine sadece "Şehir" derlermiş.

Ben severim böyle şeyleri, diğer isimlerinden bazılarının da anlamlarını araştırdım;

Asitane : Büyük geçit, kapı anlamına geliyor ama, buradaki kullanımı, Devletin Eşiği.
Constantinopole: Konstantin'in şehri demek. Eski Bizans Hükümdarı Konstantin'e ithafen.
Tsarigrad: Çarın Şehri
Dersaadet: Saadet ve mutluluğun kapısı
Byzantium: İsminden belli zaten, Bizans demek.

N'oolursa olsun. Dünya'nın en güzel şehri İstanbul'dur. Biz güzel baktık, bakamadık orası ayrı. Ama eğer ki, taaa 1800'lerde Paris'i, Roma'yı tasarlayıp, planlayan adamların eline geçseydi, şu an nasıl bir şehir olurdu diye düşünmeden de edemiyor insan. Şu an 1 güzelse İstanbul, Cumhuriyet'ten sonra adam gibi planlamayla, yerleşmeyle, mimariyle inşa edilseydi, eminim 100 güzel olurdu. Bunu sadece Beyoğlu'nda, Taksim'in Pera taraflarına giderek anlayabilirsiniz. Taksim'deki ve Pera'daki binaların çoğu(Atlas Pasajı vs.) Fransız eseridir.

Ululardan Ulu Önder Mustafa Kemal'de Harbiye'de öğrenciyken genellikle Pera civarında arz-ı endam edermiş, devre arkadaşlarıyla.

Tespit

16 Temmuz 2009 Perşembe


Evet arkadaşlar, canlar, cananlar. Malumunuzdur 19 Temmuz 2009'da dumansız hava sahası diye bir olaya giriliyor ülkemizde. Artık kamuya açık, açık havaya kapalı alanlarda sigara ve türevleri, işte pipodur, purodur, nargiledir içilemeyecek. Zor bir zamana girdiğimiz kesin. Bu yasanın bir ton olayı çıkmaya başladı bile. Kapalı alan tanımına giren yerler, uygulanıp uygulanamayacağı, işletmelerdeki olası kar düşüşü vs. vs... Ben bu tartışmalara girmek istemiyorum. N'aaparlarsa yapsınlar.

Bu konu hakkında, başlıktan da anlaşılacağı üzere, benim bir tespitim var. Sigara içen insan tipi ile ilgili. Biraz derinlere indim bu konuda geçen gün. İnsan boş boş durunca sayın okur, paralel olarak boş boş da şeyler düşünüyor. "Messi şu an ne yapıyodur lan acaba?", "Kunteper Canavarı gerçek mi?", "Süleyman Demirel kaç okka çeker?" gibi vatana, millete, bünyeye hiç faydası olmayan soruların arasında dolaşırken, televizyonda izlediğim bir haberden sonra, ilkokul günlerime döndüm. Sonuçta da ortaya gene kimseye faydası olmayan böyle bir tespit çıktı.

Şimdi en başından başlayalım. İlkokul zamanımızı hatırlarsak, 2 tip insan adayı olduğunu görürüz.

1 - "OLMAZ ANNEM KIZIYO!!" tipi insan:

Efendim bu tip öğrenciler, hiçbir aktiviteye dahil olmazlardı. "Erkan gel lan torpil aldık marketten." yok gelmez, "Olm gel balon aldık su savaşı yapıcaz" yok gelmez. Üstü kirlenecek diye top oynamaz, Önlüğü yırtılır diye kovalanmaç(!) oynamaz, mikrop kaparım diye matarasındaki suyu paylaşmazdı. Bunların tamamının nedeni annesinin bunlara evin içinde daima kızıyor olmasıydı. Sanırsın anası Mussollini.

Derslerinde görece başarılı, sosyal hayatında tespih böceği kadar zavallı arkadaşlarımızdı bunlar. 4. sınıfa gelip de bitkilerin fotosentez yoluyla yaşadıklarını, yemek yemeye ihtiyaç duymadıklarını öğrenince, bu tiplerin de öyle yaşadığı gibi bi tespitim daha olmuştu. Sonra geçti o.

2 - "OLM ANNEN NERDEN BİLECEK?" tipi insan:

Bu tip öğrenciler ise diğer grubun anti tezi gibiydiler. Her tenefüs dışarı maç yapmaya çıkar,
3. sınıfa gelmeden bütün küfürleri öğrenmiş olur, torpil alıp onun bunun üstünü başını yakar,
ekmek almaya tertemiz kıyafetlerle gönderirsin de, üstü başı bok gibi, ekmeğin de yarısını da yiyip
döner, matarası falan zaten yoktur. Hep de 1. tip insanı "Olm annen burda değil lan nerden bilecek?
versene suyundan az içiyim" gibi ifadelerle kandırırlar. Çoğunlukla daha zekidirler çünkü. Çocukluk
dediğin zamanın, haytalık zamanı olduğunu, zaten ömrü boyunca okumak zorunda olduğunu, o
günlerin geri gelmeyeceğini ufaktan ufaktan bilir. Ayrıca kesinlikle ve kesinlikle, 1. tip insandan
daha neşeli, daha kafa, daha delikanlı olurlar. Bu iki tip insanlar bi adaya düşsen, kesin 2. tip ile
takılırsın. Hayatta kalma şansı da daha yüksektir bu tiplerin, eğlence katsayısı da.

Gelelim yaptığım tespite. Etrafımdaki insanlara bakacak olursak(baya da fazla insan var lan etrafımda.
Sırf facebook'tan 300 tane arkadaşım var benim. Hey yavrum hey!!.) sigara içenler genelde 2. tip
insandan evrilenler. İçmeyenler de 1. tip insandan gelme. İlkokulda tenefüste maç yapmaya çıkan
adam, üniversiteye gidince de aralarda sigara içmeye çıkıyor. Adamın derdi spor, tenefüs, bahçe falan
değil çünkü, makara muhabbet arıyo o. Ayrıca, çok çok kesin konuşmak istemiyorum ama 2. tip insandan
gelenler, gene daha komik, gene daha takılınası, gene daha sosyal insanlar.

Hep derler ya, sigarayı bırakmanın en zor tarafı sosyal kısımıdır. Nikotinle olan ilişkini kesersin de,
arkadaşlarınla ilişkiyi bırakmak çok zordur. Yani bir bakıma sosyal adamın sigaraya başlaması daha
kolay oluyor. Bırakmak zaten işkence.

Gereksiz düşüncelerim özeti;
Tespitim bu kadar sayın okur. İnsanların ilkokul hayatlarıyla, bağımlılıkları arasında kendimce
bi köprü kurayım dedim. Bu yazı için anafikir soracak olursan, yukarıda kalın harflerle yazılmış olan
söz öbeğini gösteririm sana. Bunların içinde istisnalar yok mudur? Tabi ki vardır da kaideyi bozacak
kadar değildir heralde. Yine de, sigara kötü bişeydir, tu kaka'dır, Sultan Vahdeddin'dir.. Yorumcuların
Ömer Üründül'üdür. İçmeyin, içirmeyin efendim.

Amigo dediğin...

10 Temmuz 2009 Cuma


Bu olayı sıcağı sıcağına hatırlayanlarınız vardır muhakkak. Cigarasını yakıp, o zamanki A Milli Takımlar Teknik Direktörü Mustafa Denizli'yi bekleyen adamın adı Amigo Orhan. Elektrik Mühendisi. Lisans eğitimini Yıldız Üniversitesi'nde, Yüksek Lisansını ve Doktorasını ise Avusturya'da Ausfschhalnd Üniversitesi'nde tamaml... Eheheheh şaka lan şaka. Ne mastırı ne doktorası, ilkokulu bitirdiyse iyidir.

Zamanının Türkiye-Belçika maçı sonrası. 98 Dünya Kupası’na gidemediğimizin resmileştiği maçın hemen sonrası.

Olay zaten başlı başına çok ilginç ama benim aklıma takılan bir nokta var. Ben gayet net hatırlıyorum, bu kafadan sonra hiçbir olay çıkmadı. Yani devam etmedi bu olay. Ne Denizli kalkıp bi yumruk atmaya çalıştı, ne gidip de dava açtı, ne biliyim burnu bile kanamamıştı lan ikisinin de. Halbuse baksana orda kaç merdiven yuvarlanıyolar, Amigo Orhan’ın cüssesi ortada, koşa koşa gidip vuruyo kafayı, momentum vurmuş tavana. Ama yok. Çok iyi hatırlıyorum, hiçbir şey olmamıştı Mustafa Denizli’ye fiziksel olarak.

Oysa bizim Mazhar abimizden, yani Nuri Çamlı’dan öğrendiğimize göre “Sağlam bi kafa 2 ton çeker.” (bkz: Her Şey Çok Güzel Olacak, Tolga Bey, Carrera 4s”

Orhan’ın boynunda herhangi bir akreditasyon kartının olmaması, oraya nasıl girdiği, kimsenin buna tepki vermemesi ise benim hiç problemim değil. Onlar düşünsün.




Bu 2 oldu. Gene İbrahim Abi(Bakkal), gene bira ve gene hüsran. Havalar cehennem gibi İstanbul'da. Hele bizim aileden bozma öğrenci evi, yazıklar olsun, sanırsın Gazze. 55 derecesi var evin içinde gölgede sıcaklık, banko. Dedim ki çıkayım da şurdan da 2 tane soğuk bira alayım en tenekesinden, bi serinleyelim.

Bizim evde bira şişeleri için kasa bulundururuz. Bildiğin bira kasası, şişeleri diziyoruz, sonra getirmesi götürmesi kolay oluyor. 20 tane falan şişe var. Aldık götürdük pislik etmesin evde diye. Evi zaten bok götürüyo aslında da. Neyse başka yazının konusu. Bakkalla muhabbet, sohbet.. Bi değişiktir, muhabbetimiz çok iyi bakkalımızla. Ne gerek varsa. Klima almış onu gösterdi falan. Çeşitli şakalar, hayvan erkek muhabbeti falan. Neyse aldık biraları, bi tane de Neskuvik aldım. Çıktım dışarı, yarı dolu bıraktığım kasanın boşunu aldım, ekmek dolabının önünde durup bütün nezlesiyle, gribiyle, mikrobuyla, H1N1'yle hapşuran bi tane ince sesli var, iyi geceler dedim onlara devam ettim. Saat gece 11 falan. tam yürüyorum eve doğru, karşıdan biri geliyo. O saatte normalde kayda değer insanlar olmayacağı için dışarıda, önce sallamadım. Aramızdaki mesafe 15-20 metre falan. Ama arkadaş yaklaştıkça, yaklaştıkça "Ulan kızmış gelen.", "Olm güzel mi lan sanki?", "Güzelmiş bak Allahı var.", ve son olarak " Sana yemin ediyorum aşık oldum" düşünceleri sırasıyla aklımdan geçti. Peki ben ne halde miydim? Ahanda bak üstümdeki kıyafeti ve aksesuarı yazıyorum. Genel hali gel sen tasavvur et sayın okur.


  • Üstümdeki tişört belki 4 yıllık ve Atilla diye bi arkadaşımdan aldım. Basket oynarken ve yatarken giyiyorum, kolları kesik, sarı ve üstündeki siyah yazılar pislikten ve deformasyondan okunmaz halde.
  • Altımda ise Berker'den, abartmıyorum bak sana 2003 Blacktop'da aldığım çakma Reebok şort.(Bizim eve gelip de kalanlar muhakkak bi kere giymiştir. Kırmızı böle, ağı falan esnemiş, dilenciye versen giymez.)
  • Ayağımda terlik.. Parmak arası falan da değil ha. Bildiğin malibu terlikler var ya. Onlardan. Aslında Nike ama o karanlıkta gözüktüğünü sanmıyorum.
  • Sağ elimde boş bira kasası. Üstüne oturuyolardı ordan aldım. Leşlikten öte, sokaklarda kaç gündür sürünüyo belli değil.
  • Sol elimde siyah poşet. Üstüne "BEN BAKKALDAN ALKOL ALDIM, ORTAMLARA, BARLARA GİTMEYECEK KADAR DA UYUŞUK VE PARASIZIM" yazılı , pankart taşısan o poşetin içinde bira olduğu o kadar belli olmaz
Bu halde o kızla karşılıklı olarak, toplam 7 saniye falan, 40 santimlik kaldırım üstünde yürüdük. Kız bana baktı, baktı, baktı... En son öyle bi bakış attı ki, hayatımda çok reddedildim ama bu kadar net, bu kadar açık, ve tek kelime söylemeden olanını yaşamadım. Kendimden utandım. Ayrıca bu 2. kez oluyor. Ne zaman pespaye, pejmürde halimle bakkala gitsem güzel bi kız görüyorum arkadaşım ya.

Ha bak şöyle bir şey de var. Sanki en janti halimle geçsem o kızın önünden bi şey olacak mıydı? Bi hamle bi atılım gerçekleştirebilcek miydim? Tabi ki hayır. Öyle insanlardan olmadığım zaten 6 yaşında belliydi.

Ama usta, n'olurdu şimdi o kız arkadaşlarının yanına gidip de "Ayyy.. Çok yakışıklı bi çocuk gördüm sokaktaaaaaa.." diyeydi. Bu şekilde gidip söyleyeceği -o da en iyi ihtimalle- "SERSERİ" olacaktır.

Ulan İbrahim Abi ve Efes Pilsen, bana zorla Serdar Ortaç'tan alıntı yaptırıyosunuz şu blog'da be. Ama durumu özetliyor sanırım.

"Hayaaaaaaaaaaaat, beni neden yoruyosuaaaauaauauannnn..."

Blog Widget by LinkWithin