Every human being on earth, has the right to dream freely. Including, bastards, alcoholics and even idiots.

Melaba!

Bu blog'un yazarı, bu blog'la ilgili hiç bir şey vaad etmediği gibi, eşek sıpasının da tekidir. Bi hayrını görmezsiniz. Yaralı parmağa işemez yani. O derece...
26 Aralık 2009 Cumartesi


Kaliforniya Üniversitesi, Santa Cruz kampüsünde bulunan Mavi balina iskeletinin resmidir..

Bizim okulda da bi tane tren maketi var ama.. Muadili kabul eder misiniz, sayın Modern Dünya ve benden bu ülkeyi ileri götürmemi bekleyen üst düzey yetkililer..??

Fight or flight Anam..

25 Aralık 2009 Cuma


Nedir
Fight or Flight?


Hayvanların en temel içgüdülerinden biridir(Yemek ve üremek'ten sonra).

Türkçe "yusf yusf" etkisi de diyebiliriz. Örneğin, ormanda ayı gördünüz.. Gözler ve kulaklar anlıyo tabi, hemen diyo ki bünyeye:

"Olm bak bu ayı bizi skertir, bi pençe atsın adımızı, doğduğumuz yeri unuturuz. Bişeyler yapmak lazım."

Beyin de diyo ki, "Du bakalım, hallederiz."

Hemen ordan bi sinyal böbrek üstü bezlerine;

"Aslanım, senin oralarda bi sıvı olacaktı, ardinal miydi, adirnal miydi? Çocuğu gönderiyorum, onunla bi gönderiver ficudun tamamına."

Sonra böbreğin hemen üstündeki bezler, veriyo bünyeye adrenalini, veriyo bünyeye adrenalini.

Adrenalin de diyo ki;

"Genç adam, bu iş böyle gitmez, burda durursak bu ayı bizim ağzımızı burnumuzu yırtar, kahveden adam toplamakla da dövemeyiz bunu. Ya temiz temiz alalım voltamızı, ya da delikanlı gibi, topla, tüfekle, ağır sanayi hamlemizle dalalım kitapsıza. Bak ben veriyorum burdan kalbe direktifi, damarları da genişletiyorum, beynine daha çok kan gitcek, kalbin daha hızlı atıcak, oksijenden adeta kafanı güzel edicem senin. Hadi koçuma, hadi bebeeme.."

Bundan sonrası senin karar mekanizmana kalmış.. Dersen ki "Erkekliğin %90'ı kaçmaktır", seni daha hızlı koşturuyo, karşına çıkabilecek daldır, taştır, tümsektir, onları daha kolay farketmene ve düşünce hemen kalkmana yardımcı oluyo.. Dersen ki "Ben bu ayının tillahını yerim ülen! Dirseğini bi bükersem, kurtulamaz elimden", o zaman da kaslara daha çok kan ve şeker gönderdiği için daha güçlü, daha hızlı oluyosun. İman gücü dedikleri şey, bildiğin adrinal aslında..
250 kiloluk mermiyi kaldıran Çanakkale'li Seyit Onbaşı'nın da kanında dolaşan bu, çocuğunu kurtarmak için Leopar'la dövüşen annenin kanında dolaşan da bu..

Miktarı da ne kadar biliyo musun.. Futbol sahası kadar düşün fücüdundaki kanı, bi çay kaşığı kadar adrenalin var onun içinde.. Tabi artık ayıyı döversin, dövemezsin, kaçarsın, kaçamazsın.. O senin kapasitene kalmış. Bu arada ayılar, isterlerse at kadar hızlı koşabilir, insandan 3 kat hızlı yüzer ve insandan çok daha iyi ağaca tırmanırlar.. Yanında bi tüfek yoksa yani, ayıya "ha hu!" yapmican.

Bu adrenalinin, Türk insanı üzerinde, hareketsiz kalma ve "Eşhedüennneee..." dedirtme gibi bi etkisi var, onu hala araştırıyorum, bulunca onu da yazarım..

Altına sıçıttıran hormon ise, henüz bilim adamları tarafından keşfedilemedi. Korkan bi adam niye altına sıçar abi? Ne faydası var sana yani? Ayı basar düşer diye mi bırakıyosun kabahati? Nasıl bi evrimleşmedir? Televizyonun üstüne konan dantel kadar faydası yok anasını satim.. Bilen varsa beri gelsin...


Hankısı?

21 Aralık 2009 Pazartesi


Bana deseler ki,


"Kaşar peynir mi, Beyaz peynir mi? Seç birini!!"

Cevap veremem a dostlar. İkisini birbirinden ayıramam, birine canım derken, diğerine metres muamelesi yapamam.

Sırf bu ikisini değil, peynirlerin hiç birini üvey evlattan saymam, hepsi benim çocuklarımdır. İlkokul öğretmenim gibi severim hepisini.



Faik'in bu kayıta yorumu: Kaşar hangisiydi la? Delikli olan mı?
Cemşit'in bu kayıta yorumu: Skime gada...

Hergele mi dedik?

15 Aralık 2009 Salı


Faik ile Cemşit.. Biri kahvehane işletiyo(sağdaki Cemşit), diğerinin ise şu ana herhangi bi ske derman olduğu görülmedi. İkisinin toplam 7 çocuğu var, fakat ellerine kız eli değmiş değil. Mitoz bölünmeyle çoğaldıklarını tahmin ediyoruz.

Artık blog'umda onlar daha yazıcak. Görürseniz şaşırmayın..


**Tıklayın büyüsün..

Tripanazomigambiyetsizler

13 Aralık 2009 Pazar




Pederden çalıp, annemden gizli gizli okuduğum L-manyak'ların, Leman'ların, edepsiz ve bol küfürlü dünyasında okumaktan en çok haz aldığım elemanlardı bunlar. Daral & Timsah..

Daha yaşım 12-13 olması lazım. Annem izin vermiyo o dergileri okumama. Yazık, kadın bilmiyo tabi neler neler okuyoruz, okulda kimlerle takılıyoruz.. Küfür ettiğimi 17-18 yaşında öğrenmişti. Bense 4. sınıfta hala daha en yakın arkadaşlarımdan biri olan şahıs bizim sınıfa düştüğünde çok pis küfür ediyodum zaten. Ama ne bilsin kadıncağız, oğlunu korumak istiyo o da..

İstiyo da, bilmiyo ki, ben dergileri saklamak için kullandığı, tüp yanı, baca deliği, gardrop üst çekmecesi gibi tüm zulaları biliyorum. 13 yaşında ve belaltının başka işlere de yarayabileceğini yeni yeni öğrenen bir ergeni, hafif cinsellik içeren, komik küfürlü, bambaşka bi dünyanın anahtarı olan o dergileri okumaktan alıkoymaya, değil benim ne yapacağımı gözümden anlayan annem, Hillary Clinton gelse alıkoyamaz zaten.. Neyse..

Nedendir bilmiyorum ama, Leman dergisini ilk elime aldığımda, hemen Daral ile Timsah'ı açardım. O zaman sanatçıların yaptıkları işle neler anlatmak istedikleri zerre umurumda değildi. Önemli olan, bir karikatürün veya sanat ürününün içerdiği meme sayısıydı. 2'ye bölüp içinde geçen çıplak kadınların da sayısını da bulabiliyodum üstelik. Ama Kunteper Canavarı, Vurkaçoğlu, Bahadır Boysal'ın köşesi gibi bir çok köşe cinsellik içermesine rağmen, ben önce bu adamları okurdum. Muhabbetler çok komik olurdu çünkü.

Daral'ın hakikaten daralması, Timsah'ın adına yaraşırcasına bir Timsah gibi alemden aleme akması, fırlamalığı çok süper gelirdi. Şöyle bi replik vardı, bak yıllar geçmiş üzerinden, hala aklımda;

"Ah Rıfat Hoca, zamanında parmaklarını birleştirip de cetvelle giriştiğin Timsah, şimdi senin emekli maaşınla aldığın yazlıkta, kızına neler yapıcak.. Bi de arabanın anahtarını çalarsam var ya, intikamın kralından sayıcam bu anı..."

Bi de bu esnada, Timsah'ın omuzlarında çıplak bi kızın olduğunu düşünürsek, değil tüpün yanına, Çin'e dahi saklasan gider bulurum ben o dergiyi anne.. Hiç kusura bakma..

Şimdi düşününce daha iyi analiz edebiliyo insan aslında. Daral dediğin tam arada kalmış, anti-politik, nihilizme yakın Türk genciydi mesela. Babasında para var, her şey var, ama tutunacak dalı yok. Boşluğa düşmüş, karı-kız, arabalar, imkanlar arasında ne bok yiyeceğini bilemiyo. Kötüsünü görmemiş çünkü, iyisini ne yapsın. Yogaya, terapiye gider, paraşütle giderken mastürbasyon yapar, okulunu bitirmeye çalışır, hiçbirinden istediği aidiyet duygusunu alamazdı.

Timsah da, tam anasının gözü.. Bi tane derdi var.. Onun bunun karısına kızına sarkayım, yatağa atayım, iğfal edeyim.. Bi de güzelinden araba ver altına, daha da bişey söyleme.. Cin gibi adam, ama kendinden başkası zerre umurunda değil. İşte şimdi böyle bi fırlama zekası, Daral'ın babasının imkanıyla birleşince noluyo biliyo musunuz? Seyyar fuhuş arabası oluyo işte..

Hatırlarsınız, bi ara öyle bi muhabbet çıkmıştı. Minivanların arkasındaki koltukları çıkarıp, bi de yatak atıp içeri, Amerikan filmlerindeki dondurmacılar gibi, beyaz kadın pazarlıyolardı. İşte bu Timsah'ın bu mevzu gerçekte yaşanmadan 4-5 sene önce aklına gelmişti. Hayata geçirip, çok da acayip para kazanmıştı hatta..

Timsah'ın olayı bu kadarla kalmıyodu. Menziline giren kızı ne yapar eder muhakkak yatağa atardı. Hatta bi keresinde, kendisine neden hep elinin donunun içinde olduğunu soran bayanı,

"Çünkü ben çocukken topum yoktu, pipimle oynadım, arabam yoktu pipimle oynadım… O benim ilk arkadaşım, ilk oyuncağım.."

diye tavladığını bilirim.

Ama biraz da içliydi hergele.. Bi tane kızı yatağa attıktan sonra altından pamuklu külot çıkınca acımış, kıza dokunmadan bırakmıştı. Sonra da Daral onu Nejat Alp dinleyip sessiz sessiz ağlarken bulmuştu. Timsah'ın yüzünün gülmediği tek hikayede buydu galiba..



Ya şimdi, nerde o eski karikatürler demek istemiyorum ama, şimdiki mizahçılar, işi biraz daha basitleştirdiler. Leman dergisi mesela, bayaa underground diyebileceğimiz tarzda bi dergiydi. İçinde küfür vardı, elemanların elinden sigara düşmezdi, cinsellik vardı, hatta belki de biraz fazla vardı. E öyle olunca da herkes almıyodu tabi dergiyi. Şimdi mesela Uykusuz dediğimiz canımız ciğerimiz degiyi, hiç bir anne çocuğundan saklamıyodur. Ama L-manyak okumak kolay değildi mesela.. Saklı olan daha güzel, daha tatlı olur ya, o yüzden hala daha Kötü Kedi Şerafettin'in, Kunteper Canavarı'nın, Mem-Coş'un yeri farklıdır bende..

Bi de eski muhabbetlerin güzel gelmesi var insana(Eğer bu duygu olmasa, yok efendim 80's Party, 90's Party, 60's Are Back falan gibi partilerin organizatörleri aç kalırdı.) Hem klasikleşmiş biraz, hem de hatırlayan fazla insan yok ya, çok süper geliyo insana..

Gene de son söz olarak söyleyeyim, tüm bu yazdıklarım, bu haftaki Uykusuz'a altıma sıçana kadar güldüğüm gerçeğini de değiştirmiyor. Hakikaten çok başarılı.. Hele ki, Budist Tapınak Rahiplerinin olduğu karikatür, Çeliktepe Cengizhan Lisesi-Lise Dö Sen Benuğa karikatürü ayarındadır, dikkat ediniz.

Haydi, sağlıcakla...



Bu adamın gözüktüğü, sesinin duyulduğu, kokusunun geldiği, yani var olduğu her türlü belgeyi, değerini ödeyerek satın alacağım. İlgilenenlere duyurulur.


Üstünde lazımlık, araba lastiği, 40 metre urgan, tenis raketi vs. taşıyan başka bir televizyon karakteri var mıdır acaba.. Lost'un yapımcıları, izleyin de feyz alın abisi.. Milleti adaya düşürmekle, 2 dakika bilmem kaç saniye bayıltmakla adam olunmuyo..

Yapın siz de bi Cevat Kelle, o zaman adamdan sayarım seni..

Neşeli Mili - O... Çocukları

10 Aralık 2009 Perşembe


Buyrun size Türkçe Reggae.. Türkçe Rap gibi oluyo biraz böyle diyince ama, mevzu başka.. Dinleyince anlarsınız zaten..

Myspace sayfalarını da veriyorum, iice araştırın, belleyin, hazmedin efendim.. Hele Çiçek Aslan Paşa şarkısını özellikle tavsiye ediyorum.



Öncelikle tüm blog okurlarımdan, uzun süredir yazamadığım için özür diliyorum.


Ama bi sor sevgili okur, niye yazamadın diye.. Bilgisayarım bozuldu çünkü. Bilgisayarım yok şu an.. Senin kalemin olmasa, yazı yazabilir misin sevgili okur. Defterin olmasa, emanet defterle günlük tutar mısın.. Başkasının şeyiyle gerdeğe girmekten saymaz mısın bu eylemi..

Tekrar özür diliyorum, ve asıl mevzuya giriyorum.

Bugün domuz gribi aşısı oldum ben. Bu kadar tartışmanın ortasında gittim, randevumu aldım, aşımı yaptırttım.

Zaten bu kadar tartışma beni bağlamaz..

Tüm doktorlar yaptırın diyecek, WHO(Dünya Sağlık Örgütü) yaptırın diyecek, kendisi de bi sağlık çalışanı olan babam yaptırın diyecek, bi tane imam hatip mezunu, tıbbın "T"sinden anlamayan, çakma futbolcu, devlet adamı kılıklı denyoyla, eski sağlık bakamayanı, Osman Durmamış adındaki kılıksız adam yaptırmayın diyecek. Ben de yaptırmıycam.. Hadi len, o çakma futbolcu RTE ne dediyse ben hep tersini yaptım bugüne kadar. Hatta bu H1N1 aşısını sırf o sığır yaptırmayın dedi diye inadına yaptırttım.


Zaten bence ortada bişeyin döndüğü falan da yok. Direk komşu lafıyla iş yapmaya benziyo bu.. Hani bizim insanımız, doktorun verdiği ilacı almaz da, komşusunun dediği ne idüğü belirsiz, renkli renkli haplardan 3'er 5'er tane atar ya;

Biri bişey diyo "Abi Amerika göndermiş aşıları, içinde bok varmış, yapıldığı kazana sıçıyomuş hamerigalılar.", "Dünya sağlık örgütü pazarlıyomuş olm, yaptıranı s.kiceklermiş uykusunda"falan.. Sonra o onun teyzesine söylüyo, o onu kahvede söylüyo, söylentiler yayılıyo falan filan..

Neyse, uzun lafın kısası, ben oldum aşı, az bi bekleyin 3-5 gün falan, bana bişi olmazsa siz de yaptırırsınız. Ya da üç çocuk da yapabilirsiniz. Size kalmış...

Yakalarım

17 Kasım 2009 Salı


Sana zerre kadar saygım kalmadı sayın Nejat İşler.. Aşağıdaki klipte 0:17, 0:22 ve 2:10 anlarında, kitapçı Nejat İşler'i net olarak görebilirsiniz.

Sen de artık Nejatçım, bu saatten sonra kitap satmaya geri mi dönersin, saçları tekrar uzatır, İsmail Yk'nın klibinde mi oynarsın, Ahmet Çakar'la beraber program mı yabarsın, senin biliceğin iş.. Yedin bitirdin garizmanı...




İlk rock kasetlerimdendir. Daha doğrusu Görkem'den hacılamıştım. 13 yaşındayken;

"Abi adamlar rap metal yabıolar, Fired Dörst Kristina Aguleraya çakıomuş olm" gibisinden muhabbetlere konu olurdu bu adamlar..

Sezen Cumhur Önal sunsun, "Çükelata renkli sanatçı ,Fired Dörst söylüyor" desin isterdim ama kısmet değilmiş..


Pisuvar İnsanları

16 Kasım 2009 Pazartesi


Şimdi bayanlar tam olarak anlayamayabilir ama, pisuvar ve umumi tuvalet ritüelleri erkekler için genellikle sancılıdır. Yani acayip büyük bi sorun değildir ama, üzerine düşünülmesi gereken, otomatiğe bağlanamayan bi süreçtir. Hangi pisuvarı seçiceksin, direk kabinlere mi yöneliceksin, elleri yıkıycak mısın, yoksa "Ben bu musluklardan daha temizim, bütün ficudumla" yalanına mı sığınıcaksın gibi bi sürü soruya cevap vermen gerekir.


Her erkeğin bu sorulara cevabı farklı olduğundan, pisuvarda ortaya koyduğu mizacı da farklıdır. her yiğidin bi yoğurt yiyişi vardır derler ya, her normal türk erkeği'nin de bir pisuvar seciyesi, karakteri vardır.

Ben de hayatından en az 1000 kere pisuvara işemiş biri olaraktan, şu ana kadar gözlemlediğim, pisuvar yiğitlerini bi yazayım istedim.. Başlıyoruz;

1- Titrek

Bu tip insanlar için genellikle pisuvar başları, olmak isteyecekleri en son yerdir. Utanırlar çünkü. Alışmamıştır bi kere. Konsantrasyonunu sağlayamaz. Çok mu ses çıkartırım acaba, benim ki daha mı uzun sürdü, ya adam uzanır da bakmaya çalışırsa, ulan ya pisuvar tıkalıysa da taşarsa gibi, gereksiz ötesi bi ton soruyla kafalarını doldurdukları için, bi türlü gereken odaklanmayı sağlayamaz, sonuç olarak da işeyemezler. İdrar kesesi enfeksiyonları ve prostat kanseri, en çok sıkıntı çektikleri hastalıklardandır.

2- Samimi

En tehlikeli tiplerden biridir. Aynı otobüste "Memleket nere?" diye muhabbete başlayan adamlar gibi, hepi topu 2 dakika için sizinle muhabbet etmeye çalışır. En sık karşılaştıklarım, üniversite içinde "Bölüm neydi?", şehirlerarası yolculuklarda "Ne tarafa?" sorularını kullanıyolardı. Hayır yani zaten umumi tuvalet dediğin olay, doktora gitmek gibi bişi, gereğinden bir dakika fazla kalmak istemezsin orda.. Muhabbet başlatıp da leş gibi yerde 5 dakka daha fazla kalmaya ne gerek var.. Gerçi muhabbete böyle başlayıp da sonra mola yerinde çay içerek samimiyeti ilerleten insan çiftleri de var ama.. Onları Türk insanının denyoluğuna bağlıyorum.

3- Yüzsüz

Adından belli, yüzsüz.. Tuvalet taşsın, ortam leş gibi koksun, çok ses çıkarsın, içerde 100 kişi olsun, bu adama hiç koymaz. Genellikle işleri çok uzun sürer, hareket esnasında da sesli sesli osururlar. Bi yandan da "kalk borusu gibi değil mi mübarek!" diye sizin fikrinizi sorarlar. Bu adamları daha tuvalete girmeden, üst ceplerindeki naylon taraktan ve kapı önündeki peçeteciyle muhabbeti gereğinden fazla ilerletmiş olmasından tanıyabilirsiniz. Mümkünse aynı esnada tuvalette bulunulmaması tavsiye edilir.

4- Profesyonel

Pisuvarla olan problemlerini sonuna kadar çözmüş insandır. Özgüveni yüksek, insan ilişkilerinde başarılı, helal süt emmiş abilerdir. Sadece ihtiyacı olduğunda umumi tuvalet kullanır, ihtiyacı olduğu kadar içerde kalır, işi bitirince de ellerini asgari sürede yıkar ve çıkar gider. Kimseyle aşırı samimi olmaz, kimseyi de tedirgin etmez. Mesafelidir, ama güven verir. Pisuvarın başına geçip de haddinden fazla beklediği görülmemiştir. Fermuarını indirmesiyle işemesi arasındaki süre, uzmanların belirlediği süre olan 2.7 sn'dir. İşini bitirdikten sonra içerideki herkesi kendine hayran bırakır, çıkar gider.,

5- Sıkıntılı

Profesyonel'in anti kahramanıdır. Tuvalete ya hiç ihtiyacı yokken öylesine, ya da tam mesanesi patlamak üzereyken girer. Ya başında boş boş bekler, ya da ucu ucuna yetişir, azcık yerlere de kaptırır. Rahatlamadan sonra, Yüzsüz sınıfına atlayabilme riskleri vardır. Fazla yüz göz olunmamalıdır. Oldu da tam Sıkıntılı'dan Yüzsüz'e geçiş anında yakalandınız, "Senin ağzını burnunu yırtarım lan! Ayağıma işiyosun" diyerekten sert yapılıp, tekrar eski formuna dönmeye zorlanmalıdır.



Vallahi benim aklıma gelenler bunlar. Varsa sizin de gözünüze çarpan, paylaşmak istediğiniz pisuvar insanları, yorum bölümüne koyun, ekleyelim.

Bu arada bu iğrenç konu aklına nerden geldi derseniz. Bugün internette gezinirken, THE URINAL GAME adlı oyuna denk geldim. Ordan esti..

Leboawzki

13 Kasım 2009 Cuma


Dünya'nın en komik filmi ne Kemal Sunal filmleridir, ne American Pie serisidir, ve hatta iddaa ediyorum, Cem Yılmaz'ın herhangi bir filmidir. Beni tanıyanlar nası bi Cem Yılmaz hastası olduğumu bilirler.

Bence Dünya'nın en komik filmi, The Big Lebowski'dir. Dikkatli izlemek ve aradan esprileri çekip çekip çıkartmak gerek..

Gecenin bi vakti gaza gelip de, şunu bi daha izliyim dediğimde, CD kabının içi boş çıkınca, adeta yıkılmıştım.. En büyük hayal kırıklıklarımdan biridir...

The Dude'un kişiliğine ve kıyafetlerine hayran kalmamak elde değildir bu arada..




Kesin izleyin, izlemeyenlere izlettirin..






Yaptırıcak dövmeyi buldum, sıra 1 milyar para bulmakta...



*Tıklayın büyüsün..

Name, Surname

11 Kasım 2009 Çarşamba

Babam Mehmet Fatih,

Amcam Mehmet Zeki,
Dedem Mehmet Salih,
Dedemin kardeşi Mehmet Zafer,
Onların babası Mehmet Hasan,
Onların da babası da Macar Mehmet..

E benim adım da Christopher Tuna olmıcaktı heralde... Mehmet Tuna koymuşlar..

Bu arada Mehmet'in anlamı ne diye sorarsanız;

Muhammed-->Mehemmed-->Mehmet

İnsanlar, biri çocuğa küfür ederse, küfür Muhammed'e gitmesin diye, değiştirmişler isimi..

Muhammed'le aynı ismi taşımam da ironik, ama gerçek..

a'lar

7 Kasım 2009 Cumartesi


Eğer
kitap a'sı enişteyse, normal a babadır, gadasını aldığın..


Eğer kitap a'sı Carrefour'sa, normal a samimi mahalle bakkalıdır, veresiye kabul eden..

Eğer kitap a'sı yeni ramazanlarsa, normal a eski ramazanlardır, macuncunun geldiği..

Eğer kitap a'sı Şahan Gökbakar'sa, normal a Cem Yılmaz'dır, beni anlatıyo diye güldüğün..

Eğer kitap a'sı Nişantaşı'ysa, normal a Bebek'tir, eski İstanbullu...

Eğer kitap a'sı 3 büyüklerse, normal a memleketinin öz be öz takımıdır, atkısı odanda asılı..

Eğer kitap a'sı LOST'sa, normal a Süper Baba'dır, gözünü yaşartan..

Eğer kitap a'sı Lincoln'se, normal a Metin Oktay'dır, takımın efsanesi..

Eğer kitap a'sı IKEA koltuğu'ysa, normal a sallanan koltuktur, dedenden kalma..

Eğer kitap a'sı Megan Fox'sa, normal a Natalie Portman'dır, sigara yaktıran..


Domuz, H1N1?

3 Kasım 2009 Salı


Bugün okulda gerçekleşen bi muhabbet..


-Oğlum domuz gribi falan, ciddi mesele bak.. Hapşururken koluna hapşırcakmışsın, elini de asla yüzüne sürmicekmişsin..

-Saçları nası tarıycaz lan o zaman..

Sonra aşı diyolar, dezenfekte diyolar, bişi diyolar.. Adam saçımı nası düzelticem diyo.. Bu adam mühendis olcak, düşün yani...

Boş geç uğraşma o zaman yaa...

Arkasındayız.

27 Ekim 2009 Salı


Sanırım üstümde verici taşıyorum. Nerede denyo, değişik, tek haneli IQ'ya sahip insan varsa beni buluyo arkadaşım..


Bak bugün noldu.. İşimiz düştü, Philip Morris'in Küçük Çamlıca'daki genel merkezine gitmem gerekti. Gece boyu araştırma yaptım, en kolay nasıl giderim falan diye.. Arkadaşa eşe dosta sordum falan.. Telefonda anlatan kadın, arabayla gelicekmişim gibi anlattı çünkü.. Lan ben ne bilirim arabayı.. Arabayı bırak, benim bisikletim bile yok.. Dedim bana toplu taşımadan bahset abla.. Dünya barışından bahset, mavi denizleri anlat falan.. Kadın dedi bilmiyorum.. Tamam dedim sen bana açık adresi ver, bu çocuk zaten Google mühendisi. Bütün projelerimi, ödevlerimi falan Google sayesinde yapıyorum. Acıbadem'e de nasıl gidilir buluruz heralde...

Neyse bi rota çiziktirdim kendime, internet sağolsun. Fakat teoride süper olan planım, pratikte sıçtı. Metrobüsten bi indim. Tanımadığım bi yer.. Yol soracak kimse de yok.. Normal koşuşturmada insanlar.. Bi büfe, ne biliyim, bi esnaf falan yok ortalıkta.. Neyse..

Bakıyorum etrafa, gözüme kestirdiğime soruyorum.. Biri biliyo, biri yarım yamalak anlatıyo, biri benden beter, "Orası diil de, Sultanbeyli'ye nasıl giderim yeğenim" gibi cevaplarla karşılaşıyorum.

Uğraş, uğraş, en sonunda caddeyi buldum bi şekilde.. Ama yukarı mı gitcem aşağı mı gitcem onu bilmiyorum. Google'dan baktığıma göre de baya uzun bi cadde. Ters tarafa gitmem felaketle sonuçlanabilir. Zaten 15 dakika kalmış görüşmeye.. Bi tane adamı kestirdim gözüme, sorumu sordum..

"Abicim, buralarda Philip Morris'in binası varmış.. Nerededir acaba?"

Adam bir cevap verdi ki.. Bir cevap verdi ki... Al bunu koy müzeye. Sergilemelik ya.. Anasına babasına acıdım adamın.. Cevap da değil, soruya soruyla karşılık verdi..

"Sigara mı alacan?"

Be yurdum insanı, be Oğuz Kağan'ın, be Yunus Emre'nin torunu.. Sigara alıcak olsam, sence genel merkezine mi giderim Sigara şirketinin. Büfe sorarım sana, bakkal sorarım, çakkal sorarım.. Hiçbirini sormasam, yardımseverliğine güvenir, sigaran var mı diye sorarım..

Adama cevap bile vermedim.. Yürüdüm gittim..

Şimdi de kaymakamlığa başvurucam, o abinin soluduğu oksijenden vergi kessinler. Yanımda olan??

Lağıma çarpma atmak..

23 Ekim 2009 Cuma


Bizim oralarda böyle bir deyim var. Lağıma çarpma atmak.. Saçma, sonucu olmayan bir iş yapıyosun demek oluyo.


Diyeceksiniz ne alaka.. Anlatıyorum efendim.

Benim büyüdüğüm yer, deniz kıyısı.. Ama öyle bereketli falan bi deniz diil.. Lüferi, kalkan balığı bol falan değil. Ara ara hamsi çıkar, istavrit sardalya az miktarda, şanslıysan da hayatında bi kere izmarit balığı tutarsın. Tam karşıda TÜPRAŞ var çünkü kocaaaman, arıtma, filtreleme falan hak getire o yıllarda.. Atıkları gönder denize.. O yüzden balıkçılık vardır ama çok gelişmemiştir..

Ama bu ümitsiz tabloda bile, Kefal tutmaya çalışan, umudunu kaybetmemiş bi tayfa vardı. Lağım borusunun üstüne çıkar, denizin bi 10-15 metre kadar içine girer, tam o lağımın aktığı yerden Kefal balığı tutmaya çalışırlardı. Ama görsen, her taraf bok, kan gövdeyi götürüyo, balığın yaşaması mümkün değil. Ama canım abicim benim, illa tutucak kefali.. Ufak ufak ekmek parçaları yaptırmış annesine, denize atıcak, kefal onlara gelicek, bu da çarpmayla tutucak falan..

İşte tam bu halk kahramanı abimiz, lağımda kefal tutmaya çalışırken, Babası gelirdi bunun ve söylediği cümlede genelde şu olurdu:

"Lan lağıma çarpma mı atılır eşek sıpası, Sittigit eve annen deterjan bekliyo.."

Babasının demek istediği şey, Lağımda kefal olmaz, 1 milyonda bir şansla attın da yakaladın, lağımdan çıkan kefalin hiç bişeyi olmaz.. Satsan satılmaz, yesen yenilmez, çorbası yapılıyo denirdi, bi kere bile yapıp da içeni görmedim.. Hele annen hayatta eve almaz o leş gibi hayvanı.

İşte benim büyüdüğüm yerde, hala daha, saçma sapan işler yapan adamlara:

"Lağıma çarpma atıyosun oğlum.."

denir.

Ve ben bu blog'un yazarı, hayatımda hiç olmadığım kadar ümitli bir şekilde lağıma çarpma atmaktayım son 10 gündür.

Atıyorum gelmiyo, atıyorum gelmiyo, ekmek parçaları yaptırıyorum anneme, olmuyo..

Kısıtlarım çok fazla, imkanlarım kısıtlı.. Zekam da yetmiyo zaten..

Neyse kitlemiyim şimdi kimseyi.. Bi yerde biri size, "Lağıma çarpma atma lan" derse, aval aval bakmayın diye yazdım bu yazıyı.. Hadi sağlıcakla..



Our Unity

14 Ekim 2009 Çarşamba


Bizim evde bu adamların sözü geçer..


Just too much alcohol in my veins,
My IQ has never been lower before,
And all my thoughts and dreams about you, are useless than ever..

Bugün sizi Ulrich Van Gobbel ile selamlıyorum. Blog'u en çok ziyaret eden 3 kişiye, Van Gobbel'le bir hafta çift kişilik Surinam tatili benden hediye. Gitmeye gözünüz keserse tabi.


En az giren 3 kişiye de Amokachi'yle öpüşme imkanı. Akşam yemeği dahil..

Bu arada Amokachi'nin orta boy bir denizanası büyüklüğünde tükürebildiğini de not düşelim.. Ona göre kararınızı verin..


Praktisabiliti

13 Ekim 2009 Salı


Açacak dışı maddelerle bira açmanın son raddesine(!) geldiğimi belirtmek istiyorum tüm okuyuculara.


Emniyet kemerinin klipsiyle bira açmış bulunmaktayım. Klips dediğim yerini yukarıda gösteriyorum, yabancı dilden dilimize geçmiş kelimelerdeki çift anlamlılık olayını ortadan kaldırayım diye..

Bundan daha acaip açıyorum ben birayı diyen varsa, buyursun..

(Gözüyle açanları kabul etmiyorum, o işi yapan benim bildiğim futbolcu Sedat vardı, ALS hastalığından yeni öldü. Sağlık sıhhat çerçevesi içinde çözelim bu işi..)

Olmaz

11 Ekim 2009 Pazar


Ben var ya bunu göndermezsem olmaz..

Bu adamlar, benim gözümde Mozart ya da Beethoven seviyesine erişmişlerdir. Onu da söliim..


Çok fena poker bağımlısı oldum galiba. Oynamadan duramıyorum, facebook'ta herkesten çip istiyorum. AMATEM'e yatıcam ama, oraya yatıp da daha beter olabiliyomuş insan. Kurtarın beni bu illetten. Texas Hold'em diyorum da başka bişi demiyorum. İşalla normal parayla oynamam. Olmayan evimi arabamı, geleceğimi kaybedebilirim walla. Chiplerle çok da acaip hareketler yapıyorum, boş işlerdeki beceriklilik haneme bi çizik daha attım.


Bi de bugün Gaziosmanpaşa-Balıkesirspor maçına gittik, çok acayipti. Siz gitmeyin bence.. Sanal alemden takip edin, meraba meraba, o kadar..

Gaz

7 Ekim 2009 Çarşamba


Şimdi gaz dediğimiz şey, maddenin 3 halinden biri di mi? Bize öyle öğrettiler arkadaşım, hatta ben bu bilgiyle ÖSS dahil bissürü sınavdan geçtim. Katı-sıvı-gaz.. Bu kadardır yani bu. Katıyla sıvıyla o kadar bi derdim yok bu aralar. Ama üçüncüsünü pek sevmiyom. Niye? Bombasını yapmış pezevenkler çünkü...


Dün saat 12:00'de Taksim'deydim. Kıyamet günü gibiydi. İşin siyasi, sosyolojik, patolojik, astrolojik kısımları beni ilgilendirmez. Gayet yüzeysel bi adamım bu konularda. Fikrim varsa da kendime saklarım. Ha 2-3 tane bira içersem bunlar su yüzüne çıkabiliyo, bu şekilde kitlediğim insanların hepsinden özür diliyorum. O ayrı.. Ama polis dediğimiz adamlar, o gazın bi bombasını atıyolar, böyle pis bişey olamaz arkadaşım. İnsanlık dışı resmen ya. Böyle ızdırap veren bişey ben görmedim. Yasaklasınlar arkadaş bunu. Hele bi de gayet masumane amaçlarla, bi yerden bi yere giderken 3 tanesinin arasında kalınca insan çok kötü oluyo. Ne geniz kaldı bende, ne burun, ne göz..

Yüzümde hala kızarıklıklar var. Bi de diyolar ki buna göz yaşartıcı gaz. Afedersin ama insanın gözü film izlerken de yaşarır. Böyle diyince insanlar tırt bişe zannediyo bunu. Alakası yok. Resmen "Sıçıttırıcı gaz" bu. Dünya'nın en delikanlı militanını getir, 30 saniye duramaz yanında.

Satanı da, atanı da, alanı da çok pis kınıyorum. Bildiğin silahtır bu. Yasaklasınlar....




Şehir vs. Kırsal??

4 Ekim 2009 Pazar


Bana kırsal hayat yaramıyor arkadaş. Bunu farkettim. Börtüsü böceğiydi, otu çiçeğiydi derken bana sıkıntı veriyormuş bu olay onu anladım. Haftasonu candostum Gencay'ın Eşme'deki bağ evindeydik. Anında alerjim tuttu. Ama bak orda dur, benim alerji öyle bildiğin alerji değil, burnun akıp gözünün sulandığı bir yana, benim nefesim tıkanıyor. Astım yani. Hönküre hönküre nefes alıyorum, görsen tırsarsın.. İçin acır.. Alerji işte, 2 yıldır tutmazdı, dün buldu beni gene..


Ve ben bu haftasonu karar verdim ki, benim polenlere, bir de annane evi kokusuna alerjim var. Ne kokusuysa artık o, annane evi bi değişik kokar. Toz, battaniye, yerdeki daire şeklindeki, saçma sapan renkleri olan halı vs. bir araya geldi miydi, benim nefesim acaip tıkanıyor. Yanımda ilacım da yoksa, çok sıkıntı çekiyorum. Yakınlarda eczanede yok. Hadi bakalım uğraş dur. Çocukların gecesini de zehir ettim orda. Hem onlara sıkıntı hem bana..

Ondan sonra geldim Beşiktaş'a, ilacımı alıyim diye.. Nöbetçi eczanelere bi baktım, 3 tane nöbetçi eczane var Beşiktaş'da.. Oh dedim gözünü seviyim şehir hayatı.. Aldım ilacımı, 2 tane attım, kendime geldim..

Nihat Abi

28 Eylül 2009 Pazartesi


"Köşede bakkalda Nihat Abi'n var, söyle ona, şuna bi kapak votka koysun.."


Böyle adamlar hatırlıyorum lan ben.. Yukarıdaki repliği aynen kullanmış. Esnaf önünde duran ama hiç bir işe yaramadığı yetmezmiş gibi bi de esnafın çayını, çorbasını içen, tavlasına niyetlenen adamlardı bunlar.

Akşamüstü olmuş, içki saatleri gelmiş artık.. Abi'nin canı alkol istiyo ama yengeden de saklamak lazım.. Hem sokak ortasında da olmaz böyle işler.. N'apıyoruz peki? Esnafa hemen

"Bi limonata, fanta bişey al da içelim lan.. Ne cimri adam çıktın Tufan.. Eekekeeke.."

diye zarf atıyoruz. Alınan limonata veya türevi, plastik bardağa koyulduktan sonra köşede top oynayan çocuklardan birini çeviriyoruz ve yukarıdaki cümleyi kullanıyoruz. Köşede el altından açık Tekel Votka satan bakkala yapılan seferden sonra;

BUM!!

Görev tamamlandı. Akşam rakısından önce, alkolümüzü içmiş olduk.. Faydasızlığa devam...

Alternatif Teoman Diyalogları

23 Eylül 2009 Çarşamba




Geçenlerde Teoman'ın bi röportajına denk geldim. Tamamını isteyenler
buradan okuyabilir. Ama orada bi soru var ki beni düşüncelere, devinimlere sürükledi..

Bana gidelim mi?

Sadece bunu diyomuş hanımlara. Hiç öyle alengirli, dolaştırmaca falan yok.. Sadece bu soruyla başarılı oluyomuş, milli rakstarımız..

Şimdi ben üniversite okuyan, ve mühendislik üzerine okuyan bir insanım. Ben ve benim gibilerin Teoman tarzı hayata her zaman bir özentileri, bir kıskançlıkları olur. 10 sene sonraki iş saatleri belli olan, ofiste zaman geçireceği muhtemel olan ve asker hayatından bir tık yukarıda yaşayacağı belli olan insanlar için simültane yaşam tarzı, ulaşılmazdır. Amerikan filmleri bizi bu hayata özendirdiği için ve bu hayat tarzı da adeta şeytan dürtmesi gibi inanılmaz bir haz verdiği için, çoğumuz bu marka takılmak isteriz. Ben dahil.. Bi gün başka ertesi gün başka, nerde akşam orada sabah, alkol, ot vs. gırla gidiyo, bu şekilde yaşamamız gerekiyor da, yanlışı yapan hayatmış gibi bi havamız vardır nedense..

İnternetten film indirince, filmin söylediği gibi yaşamamak ayıp geliyo insana bi yerden sonra. Olayların böyle yürümediğini heralde götümüz önümüze gelince anlıyıcaz da, sebepsiz bi isyankarlık oluyo insanda, ergen yaradılışlı..

Ama ben bunu okuyunca bi düşündüm.. Yani bana bahşedildi böyle bir hayat.. One night stand senindir arkadaşım dediler. Git, gönlünce eğlen, ne yapabiliyosan yap. Seni Teoman yaptık, Teoman'ı sen yaptık.. Bundan sonra mühendislik okumak çok karizma bi iş, bayanlar şantiyede takılıp, arkadaş arıyolar, müzisyenlerde zaten yapmaları gereken işi yapıyolar, devamlı sap takılıyolar..

Acaba n'olur? Valla düşündüm, ben gene şimdiki gibi çıktım. Marie Claire testi değil bu. Simülasyon yaptım bi nevi. Şartlar böyle olsa, ben böyle olsam, o böyle dese ne olur? Bu kadar insanın hoşuna giden bi şeyi, bahşetseler bana, ben ne yaparım..

Sonuç: Gene olmuyor, gene olmuyor, hiç bir zaman olmuyor.. Buyrun size ben Teoman olsam diyalogları. Sihirli soruyu soruyorum, ve gerçekleşenler.

(B: Ben K:Kız)

B: Bana gidelim mi?
K: Napıcaz sende?
B: PES atarız..
.....(arnavut kaldırımda uzaklaşan ayak sesleri)

---------------------------------------------------------------------------

B: Bana gidelim mi?
K: Bana da gidebiliriz istiyosan..
B: Lan ne işimiz var sende.. Gel gidelim işte, yeni temizledim..
K: Yok bizim evde müsait anlamında..
B: Ya n'apıcam senin leş gibi evinde gel gidelim .mına koyim..
K: Efendim??
B: Zaten yatırmazdım seni mis gibi çarşaflarda, çorapların leş gibi..
...(Tokadın surata gelme anı, matrix kayması ve slow motion)

---------------------------------------------------------------------------

B: Bana gidelim mi?
K: Nası gidicez?
B: Taksi tutabiliriz. Ama kilometre başına 1.3 atıyo, otobüse binelim desem, 2 kişi adam başı 1.5, aynı parayı veririz hem de pisliği var, yürüyesek en iyisi ama saat 1:30 oldu o da olmaz, istersen arkadaşı arıy...
....(Arnavut kaldırımdaki ayak sesleri ve karanlıkta tek başına konuşma..)

---------------------------------------------------------------------------

B: Bana gidelim mi?
K: Ama abimler?
B: Öhmmm, Ya ben zaten başka birine söz verdim, oraya gitçem, hadi görüşürüz.
...("Olum var ya çok pis dayak yiyoduk son anda yırttım" sevinci ve zafer sarhoşluğu..)

---------------------------------------------------------------------------

B: Bana gidelim mi?
K: Gidelim..
B: Gidelim tabi, Barça'nın maçı başlıycak, onu izleriz. 5 lira var mı sende, cips falan alırız..
K: Efendim?
B: Bira olayını kafaya takma, şişeleri götürücem ben,
...(Şişeleri tek başına götürüp, maçı izlemek..)

---------------------------------------------------------------------------

B: Bana gidelim mi?
K: Gidelim.. Ama yiyecek bişi var mı ya.. Acaip karnım acıktı..
B: Yok da, makarna yaparız.. Bi de yanına çay koyarız. Oh mis.. Ketıl da ocak da bozuk ama, kombi çalışır gibi..
....(Kızın en yakın büfeye yönelmesi ve evde makarna yapmaya çalışma)

Aklıma gelen senaryolar bunlar.. Uğraşsam daha da felaket sonuçlar da çıkar ortaya.. Olmuyor yani.. Bu kadar isyanım bir işe yarayıp da elime sihirli değnek de verseler, ben buyum abi.. Yemiyor asla.. Ketılda su ısıtıp makarna yapmaya devam..



Creation

17 Eylül 2009 Perşembe


Bu filmi bulana veya getirene 100 bin lira veriyorum. Evet ben Vahit..


Creation;

Yönetmeni John Amiel, 2009 İngiltere yapımı. Başrollerinde Jennifer Connelly ve Paul Bettany oynuyor. Mevzu ise, Darwin'in Evrim teorisininin ortaya çıkışı ve bu teori üzerindeki tartışmalar..

Biliyosunuz bu çocuk fena Darwinci..

İzlesem süper olur yani. Bi delikanlı ya da hanımefendi bulur da bana paslarsa, bahtiyar olurum..


Bugün bu yaratığın aynısı metrobüsteydi lan. Öküzün oğlu, Zincirlikuyu'dan Yenibosna'ya bitirdi beni.


Adama bakmaya çalışıyosun, flu böyle.. Yeşil bi duman var.. Ter kokusu bile diyemiycem, ter bombası vardı desem yeridir..

Yarın bizim okulun radyasyon ölçme merkezine gidicem. Bi baksınlar, 2 metre vardı aramızda. Uranyum, Radonyum, Potasyum, Zıvıryum falan geçmiştir neme lazım..

Ulan elalemi radyoaktif örümcek ısırır, Hörüncek adam olur, bize radyoaktif maganda teğet geçti anasını satıyim.

Ben ne olurum artık bilmiyorum..

WWII : INFERNO

11 Eylül 2009 Cuma


Bu akşam saat 21:00'de 2. Dünya Savaşı ile ilgili izleyebileceğiniz en kapsamlı belgesellerden biri var National Geographic'de.. WWII : INFERNO


Biz dün ilk bölümüne denk geldik. Arşivlerden inanılmaz görüntülerle birlikte, 2. Dünya Savaşı'nın taktiklerini, komutanlarını, muharebelerini izleydik valla.

Bu akşamki bölümde Normandiya Çıkartması ve Almanlar'ın Rusya'ya girişi gösterilecek galiba. Neyse, konuya ilginiz varsa izleyin, pişman olmazsınız.

Fazla bir şey yazmayacağım.. Gerenk yok.. Buyrun size The Beatles'dan Strawberry fields forever..






Meraklısına not düşelim;

Lost dizisindeki Charlie'nin kolunda yazan,
"Living is easy with eyes closed" cümlesi,
bu şarkıdan alıntıdır.


Oh my guudnıss!!

10 Eylül 2009 Perşembe



Guest

8 Eylül 2009 Salı

Bu çocuk bugün, ChaoGrey'e konuk yazar olarak katılmıştır. Hem onu hem beni izleyin, izlettirin efenim.. Buyurun linki;



Şu an çok pis yağmur başladı buralarda.. Başlasın tabi lan.. Az serinlesin hava.. Hem dışardaki salak çocuklar da beyin ütüleyemiyo yağmurda.. Dışarı çıkamıyolar çünkü.. Onlardan daha fazla bağıran anaları da çıkamıyo..


Yetti lan kafam şişti 3 aydır o aptal çocuklar yüzünden.. Hayır çıkıp bağıracam, hatta iki tanesini yakalayıp çok da pis dövecem ama, babası, abisi gelip onlar da beni dövecek.. Bariz götüm yemiyo yani..

Ahanda dindi yağmur.. Gene başladılar.. Köpek mi alsam bi tane en dobermanından.. Yok lan köpeciğe yazık.. Onu da mundar eder bu aptal çocuklar..

Kavanoz gibi doğurup doğurup salıyolar sokağa.. Okula gitmezler bişey yapmazlar. Varsa yoksa kafa şişirsinler.. Ahmetcan, Furkan, Ümitcan, Alperen.. Adlarını bile ezberledim.. Akşamı yok sabahı yok.. Bas bas bağırıyolar. Çıkıp bi bakıyorum, bi tane kıçı kırık tahta parçası var, biri öbürünün elinden almış, geri vermiyo. Veya birine kaleci ol demişler..

Hayır beyinleri de yok.. Top oynadıkları yeri bi görsen. 45 derece eğimli. Lan 2 adım ötede otopark var. Gidin orda oynayın. Yok.. Kafa ütüliycekler ya. İlla benim penceremin altında oynamak zorundalar.

Bi de şey olayı var.. Şimdi bunların anaları nerden baksan 120 kilo.. Hamur işinden, dengesiz beslenmeden, öküz gibi olmuşlar. Çocuğu eve çağırmak gerekince, yanına gidemiyolar tabi. Fiziksel kapasiteleri salyangoz kadar çünkü. Sonra bağır Allah bağır..

"UMUUUUTTCAAAAAAAAAAANNNN!!! ÇABUK EVE GEEEEEEAAAAAAAALLLLLLHHHHHH!!"

Ulan senin Allah belanı versin. Ben burda talep tahmin yöntemlerinin nümerik analiziyle mi uğraşıcam, senin yetersiz çocuğunun ev-oyun çizelgesini mi kontrol edicem.

Kafese kapatacam hepsini kafese.. İzolasyonlu hem de.. Ne Umutcan bi yere gidebilcek, ne sen götünü yırtana kadar bağırabilcen.. Bağırsan da kendi beynini s.kersin artık..

İnsanları seviyorum, bu arkada oturan aptal çocukları ve onların analarını sevmiyorum anasını satiyim..

Nokta!

Blog Widget by LinkWithin