Every human being on earth, has the right to dream freely. Including, bastards, alcoholics and even idiots.

Melaba!

Bu blog'un yazarı, bu blog'la ilgili hiç bir şey vaad etmediği gibi, eşek sıpasının da tekidir. Bi hayrını görmezsiniz. Yaralı parmağa işemez yani. O derece...

Niçe

17 Aralık 2010 Cuma


Beni öldürmeyen herşey, beni güçlendirir.

Friedrich Nietszche

Beni öldürmeyen her şey, beni güçlendirir.. Ya da sakat bırakır ortaaam..

Tuna Nice

25 Kasım 2010 Perşembe




Çükünü en çok seven adam kimdir?

Tuvalete girdikten sonra değil, girmeden önce ellerini yıkayandır!!!!


Diyarbakır'da bir garip Blues..

17 Kasım 2010 Çarşamba

Uzun bir aradan sonra merhabalar gençlik. Referandumdan beri yazmamışım nerdeyse caanım blog'uma.. Referandumda yazdığım şeylerin de hafif alkolün etkisi (hafif?!), hafif hayalkırıklığı, hafif yenilgiyi hazmedememe, hafif ".mına koduum çocukları" etkisi altında olduğunu düşünürsek, bayadır doğru dürüst bişi yazmamışım. Ondan öncekilere de baktım, Youtube'dan video koymuşum, yok iki satır reklama sövmüşüm falan filan..


Yalan yok, aklıma çok bişey gelmiyodu. Gelen de ya hemen kaçıyo, ya bi süre sonra güzel gelmiyo, ya da uyanınca alkolün etkisiyle beraber unutuluyordu. Ama şimdi tam internet cafeye gelirken(değirmendere'de internet cafe'den bağlanıyorum, evet..), aklıma gelen, başımdan geçen bir olayı paylaşayım, blog'u biraz şenlendireyim, hareketlendireyim dedim..


Ekim ayının tamamını ve Kasım ayının bir kısmını Efes Pilsen Blues sanatçılarının rehberliğini yaparak geçirdim. 20 şehirde, 26 konser boyunca, çoğuna benim de ilk kez gittiğim şehirlerde Kaliforniya'dan, ne biliyim New Orleans'dan gelen adamlara rehberlik ettim. Vay efendim yemekleri anlat, içinde et var mı yok mu onu kontrol et, aman rakıyı fazla kaçırmasınlar, sıcak içmesinler, sahnede havluları suları eksik olmasın falan filan diye diye, Türkiye yollarında 40 günü bitirdik. Bu konuda en muzdarip olduğum olay ise, yemekler hakkında yaptığım açıklamalar ve bunların çoğunlukla boşa gitmesi oldu. Lan ben sana şimdi Mıhlama'yı nasıl anlatıyım, Künefe'yi nasıl anlatıyım. Biz de o gada bilmiyoz. Yiyoz, gidiyo.. En fenası da canhıraş, 3 kuruş İngilizce'yi parçalayarak yemekleri açıkladığım sürenin sonunda, "Eaahh, I'll go with the chicken wings I guess.." cümlesini duymak oluyodu. Lan olm, tavuk kanadını her yerde yersin. Bi daha hamsili pilavı nerde görcen. Bi dadına bak.. I-ıh.. "Ayl go vit dı çikın vings.." Hadi git bakalım nereye kadar gideceksin tavuk kanadıyla.. Hayvanın canlısına hayrı yok kanatların, uçamıyo bişi yapamıyo, seni nereye gada götürecek acaba..


İşin şakası tabi bunlar.. Adamların hepsi nutella gibiydi. Zaten turne kafası öle bişeymiş, bi yerden sonra hayat o otobüsten ibaretmiş gibi geliyo, hepsiyle bacı-gardaş, TRT 1 dizisi gibi oluyosun. Öööle de gidiyo turne.. Ayrılırken üzülüyosun falan filan.. Nese..

Asıl mevzu o diil. Asıl mevzu benim Diyarbakır'da, çorap satan bi esnafla yaşadıklarım. Şimdi bi kere Diyarbakır hakkaten çok acaip bi yer. Başka bi yer. Adamlar bambaşka bi kafada.. Mesela adamların bi özelliği var. Adam; bakıyor. Bakıyor ya.. Bıkmadan, sıkılmadan, usanmadan sana bakıyo. Bi tanesi 20 dakika boyunca gözlerini ayırmadan baktı. 3 tane de sigara içti. Ne ifadesi değişiyo, ne hareket ediyo. Bakıyo.. Katıksız.. Sadece bakıyo.. Saçlar, kot ceket falan zaten efsane, hiç onlardan bahsetmiyorum..

Her neyse, Diyarbakır'da olduğumuz vakitler, turnenin yarısına falan tekabül ediyo. Ben tabi daha önce hiç 40 günlük çanta hazırlamamış biri olaraktan, ayarı kaçırmışım.. Turne bittiğinde hala daha 4 tane kullanılmamış boxer'ım vardı fakat 2 kere yıkattığım halde bir tane bile tişörtüm kalmamıştı. Buna mukabil, çorap olayını da tutturamamışım. Bi giydiğin çorabı bi daha giymek mümkün değil. Hele ki bütün gün ayaktasın, hele ki deli gibi koşturuyosun, bi de onlara üstüne benim ayak kokusu ortalamalarımı ekle.. Çöpe atıp, çıkıp gidiyodum otelden anasını satıyim..

Dedim ki, otel zaten çarşının içinde, şurdan bi 8-10 çift çorap aliyim, turneyi bitiririz(İzmir'de tekrar çorap almam gerekeceğini hesaplayacak zekaya hala ulaşamamıştım.) Çıktım dolanıyorum bakışlar altında, sanki Madonna'yım .mına koyim.. Bakıyolar ha bakıyolar.. En son bi tanesine dedim, "Ne bakıyon lan düdük! İlla kırdırcan mı suratını bana!!" diye bi ver ettim tokadı. Nası vuruy... Şaka lan şaka.. Adamın özünü akıtırlar kulağından. Dedim ya, havası tehditkar şehrin.


İlk gördüğüm işportacı çorapçıya yaklaştım. Baktım Nike çoraplar göz kırpıyo bana ordan. Orjinal olduğundan %100 emin bir şekilde hedefe doğru yöneldim..

B: Ben
Ç:Çorapçı
----------o-----------

B: Selamın aleyküm abi..

Ç: .....

B: Şu Nike olan çoraplar kaça abi?

Ç: Neyk?

B: Şu ilk sırada olanlar.. Kaça veriyosun tanesini?

Ç: Onlar sana yaramaz..
B: Efendim abi?

Ç: Yaramaz onlar sana..

B: Hang.. Yaraya... Öhm.. Hangisi yarayanlar abi, onlardan alalım..

Ç: O da bende yok..

B: Haa.. Oldu o zaman abi. Eee, kolay gelsin, hayırlı işler...(Bu cümlede ses giderek inceliyo, en son yunus sesi gibi, frekansından dolayı duyulmaz oluyo.)
----------o----------

Hop, topuk... Adamdan parayla çorap alacaktım, ekonomisine katkıda bulunacaktım, adam bana çoraplarını satmadı aga.. Sana yaramaz diyo. Vermicem diyo. Paranla alamazsın diyo. Götün yiyosa tartış.. Yemez.. Yemedi de zaten. Uzadım derhal. Hoş hikayenin devamı mutlu sonla bitiyo. 50 metre uzaktaki çorapçıya gittim, 10 tanesini 5 milyona bıraktı. Ama o tavır bambaşkaydı. Adam kendinden o kadar emin. Müşteri seçiyo.. Rolls Royce satacak ya bana, Rolex satacak ya bana, müşteri seçiyo. Artık bilmiyorum denyosuna mı denk geldik, çakma çorap satmaktan adamın beyni mi kamaşmış, hanıma mı kızmış.. Çok da düşünmedim çorapları siyah poşete koydurup otele geri döndüm. Daha da kolay kolay çıkmadım otelden.

Bu hikaye de burda bitti.. Öperim..

*Dipnot: Konudan bağımsız, bi iki hafta falan et yemeyi bıraktım. Bu kurban bayramında tak etti canıma. Kesip kesip yiyoz hayvancıkları, çok tepem atıyo. Tamam yani protein bi şekilde, demir, beyin için gerekli falan filan ama, günahsız hayvanları çatır çutur kesip de kan banyosu yapmanın da bi alemi yok. Hele ki kurban etini, Charles Darwin gelse yediremez .mına koyim...

Bu çocuk yok..

12 Eylül 2010 Pazar

evet: %58 hayır: %42* **

bütün o evet oylarınızı götünüze sokun. az buçuk okumuş, kafası çalışmış bi insan olarak, tüm o türbanlı mikroplara ve onların mikrop kocalarına, mikrop ailelerine, günahsız çocuklarına bile(nası olsa kafaları örümcek örümcek fikirlerle doldurulacak) fayda getirecek hiç bir şey yapmamayı kendime görev edindim. Kendi ülkeme, insanıma beni düşman ettiren o şerefsizlere selam olsun!


*Türk halkının %60'ı aptaldır. Aziz Nesin
** Araştırma şirketlerine o kadar da gerek yokmuş. Aydınlar yeterlidir belki de..

Müşfik

20 Temmuz 2010 Salı

Yarın öbür gün, olur da bi ürün çıkartıp piyasaya atılırsam, bi de reklam yapma şansım olursa, hiç bi şeye bakmam, Müşfik Kenter'i oynatırım reklamında.. O nası bi Davudi bi sestir, iç huzurdur, "Dünya'daki bütün olayları bitirdim." güvenidir aga.. Yurtbay Seramik bile sanki Yavuz Sultan Selim'in şirketiymiş gibi geliyo insana.. Yok yok, ben bişiler satmaya başlamadan kaybetmememiz lazım bu değeri. Az daha gayret Müşfik Amca..


I'm not a man,I'm Cantona

15 Temmuz 2010 Perşembe

Ey gidi Eric Cantona.. Bu blog'u sana adıyorum lan.




Hani bi tane reklam var ya, Sensodin diş macunu reklamında.. Toplamışlar milleti, yok soğuk su içiriyolar, yok dondurma yalattırıyolar da, nası oldu dişler, kamaştı mı falan diye soruyolar. Heh.. Orda bi tane bağyan var, macunu denedikten sonra "Bardağın tamamını isterim" diyo. İşte ben açgözlü diye bu kadına derim aga. Belli bi amaç için oraya toplanmışsın, yönetmen, ışıkçı, sesle ilgilenen adamlar, reklamda oynayan diğer insanlar falan var, cüzzi bi ücret de alıyosundur o reklamda oynamak için diye de tahmin ediyorum, sen bunlara bakmıyosun, orda yiceen 2 kaşık daha dondurmanın peşindesin. İşte ben buna tamahkarlık derim, gözü doymazlık derim.



Ulan ye bi kaşık dondurmanı, yok lan kamaşmadı dişler hagaten iyi macunmuş bu de, evine giderken uğra Migros'a al ne kadar dondurma istiyosan.. Orda hala beleş dondurma peşinde.. Yazıklar olsun.. Hayır hali vakti de yerinde yani belli giyiminden kuşamından..



*Bu arada bırakmadım blog'a yazmayı, bu aralar yazasım gelmiyodu, ama acaip fikirlerle geliyorum, hiç merak etmeyin. Hergele is bek in tawn..

Simpsons vs. Flintstones

8 Haziran 2010 Salı

Sen Simpsons'ı kullandın Nike ama.. Winston taaa zamanında, daha televizyon siyah-beyazken, Çakıl'la Bam-Bam portakalda vitaminken, arabalar üretilmemişken, Dino hayattayken Flintstones'u, yerim Flintstones'u, Çakmaktaşlar'ı kullanmış reklamında.. Tamam on numara reklam yapmışsınız, zaten en güzel spor reklamlarını da siz yapıosunuz ama, Çakmaktaşlar daha bi orjinal geldi bana.. Hem de zigara reklamı.. Şindi yapiim desen TAPDK .mına koyar adamın, hayatta yayınlatamazsın ne Türkiye'de ne Zambia'da, ne Amerika'da..



Allahsızsın Bill Gates..

2 Haziran 2010 Çarşamba


Bu post'uma da sana nalet okuyarak başlıyorum Sn. Bill Gates. Nalet demeyelim, çok ağır olacak.. Serzeniş diyelim, yakarış diyelim, haykırış diyelim, tebelleş olmak diyelim sevgili Bill..


Bilindiği üzere tez yazmaktayım sevgili okurlar. Tamam, inanılmaz derecede süper akademik değeri olan bi çalışma yapmıyorum, bi kısmı kopi-peyst de olabilir. Ama.. Aması var..

Biz de ana-baba evladıyız, biz de öğrenciyiz. İyi kötü uğraşıyorum şurda eli yüzü düzgün bişey veriyim diye. Niye yoluma taş koyuyosun a Bill Gates.. Niye benim word'üm, excel'im orjinal değil diye üstüme geliyorsun. Bizde düşkünü korumak vardır, merhamet vardır.. Canım ülkemde "öğrenciyiz be abi.." dediğin zaman, dolmuşa bile para vermiyosun, dilencisi-tinercisi bile bulaşmıyo insana.. Sen niye halden anlamıyosun canım ağabeyciğim.

İyi ki bi anladın, Windows'um orjinal değil.. E değilse değil.. Zaten alem windows 7'ye geçmiş, ben hala XP kullanıyorum, bi de gidip orjinalini mi aliyim lan dünyanın parasını verip.. Allah bilir ne gada da pahalıdır. Boğazıma zor yetiyo lan elime geçen para.. Sen bi insanlık etsen, "Günahtır, bu çocuğun bilgisayarına orjinalmiş gibi muamele edin." desen..

Paran mı yok Bill.. Daha yeni okudum ada almışsın kendine.. Ada ne demek lan.. Baya kendi bitki örtüsü, iklimi falan var.. Yuh.. Başımızı sokucak ev almaya çabalıyoruz, ağa kendine ada alıyor. Sonra da benim 3 kuruşluk caanım bilgisayarımda Office'im orjinal değilmiş diye bana bıdı bıdı..

Lan olm benden alıcağı 3 kuruşa mı kaldı ey kapitalist sistemin güzide şirketi Microsoft. Zaten 2 gıdım Word kullanıyorum, azcık power point, azcık excel la.. Onların da her bişeyini kullanmıyorum zaten.. Excel'de macro yazmışlığım yoktur mesela.. Powerpoint'te senede ya bi ya iki..

Ama bak n'oldu.. Becerebildin mi? Beceremedin.. İndirdim gene korsanını, çatır çatır yazıyorum tezimi(ya da kopi-peyst yapıyorum, orası seni ilgilendirmez Bill..) Hem de enterprise versiyonunu indirdim.. Infopath'i de var, Groove die bişeyi bile var.. Ne işe yaradıklarını bilmem, bilmeme de gerek yok.. Çatır çatır kullanıyorum senin 200$'lık yazılımlarını.. Sömüre sömüre.. Oh be.. Yiyosa gel bunu da anla.. Bekliyorum bak..

Kılıç

18 Mayıs 2010 Salı


Şu blog'u açalı bir yıl olmuş, daha da ne güncel siyaset, ne de güncel futbol hakkında bir post yayınlamadım. Ama bu adam için bir iki bir şey söylemek istiyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu. Bu adam dedi ki, ben İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na adayım. O kadar tanımıyodum Kemal Kılıçdaroğlu'nu. Ama biliyodum ki, birilerini indirmişti olduğu yerlerden. Mehmet Mir Dengir Fir Fırat Topaloğlu'nu çatır çatır, bunu vurguluyorum, istemediği halde çatır çatır indirmişti olduğu yerden. Yaptıklarını anlata anlata, yalanlarını yüzüne vura vura.. Boş adam olabilir miydi? Olamazdı..

Az buz değil, 12 yaşından beri öyle ya da böyle bi şekilde siyaset izleyen, dinleyen adamdım.. Daha da Erbakan tayfasından birinin böyle hezimetini görmemiştim. 68 kuşağından bir adamın oğlu olarak, O'nun da biraz yumuşamasıyla tabi, sosyal demokrat bir ailede büyümüştüm. Biz Atatürkçüydük, baş parmağı yukarıda "çok iyi" hareketi yapan, ama aslında babamın benim anacım gibi 4 tane almasını savunan insanlar gericiydi. Biz o adamları istemiyorduk.

Bilenler bilir, Ertuğrul Akalın'ı indirip AKP almıştı canım memleketin Değirmendere'yi.. ya 14 yaşındayım ya 15 yaşında.. AKP merkezinden sevinç çığlıkları yükseliyor.. Baktım Baba'mın gözünden 2 damla yaş aktı. Koyverdim ben de gözyaşlarımı.. Memleketimi ücra köyden kültür beldesi yapan adam gitmiş, yerine allı morlu ışıklar koyan adamlar gelmişti. Değirmendere barlarında gitar çalan, ertesi gün de heykel sempozyumları düzenleyen, basketbol turnuvaları düzenleyip, taa Finlandiya'dan Japonya'dan sanat adamları getiren düşünceler gitmiş, çimenlerde piknik yapan, trilyonları üstgeçit niyetine köprü yapan, yıllarca top oynadığım basketbol sahasını turuncu-yeşil'e boyayan adamlar gelmişti.

Atatürkçüydük biz.. Muhasır medeniyetler seviyesiydi bizim yerimiz, 3 çocuklu, anasını da alıp gidenlerin adamların yeri değil. Nutuk'u okutmuştu Babam bana, F tipi kitapları okutmamıştı.

Rahmetli Ecevit de ölmeden önce az saymadı Babam O'na.. "Yeter artık, bırak da gençler tayin etsin memleketin kaderini." diye.. Nasıl olsa Avrupa'nın en genç nüfusu bizdeydi ya.. Babam sanıyo ki herkes benim gibi.. Bilmiyo ki Antalya'da çocuklara silah sıkanlar da genç, benim okulumda çocukları dersten çıkarıp dövenler de genç..

Duyduk ki Ecevit ölmüş.. Ağlamadı bu sefer ama(nasıl ağlasın daha önemli dertleri var, ben varım, ablam var), dedi ki;

"En azından bizim 3. adamımızı (Ahmet Necdet Sezer) getirdi, en azından Halkçıydı."




6 ilkesi var ya Mustafa Kemal'in. Şu an altı ok olarak CHP'nin ambleminde görüyoruz onları. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, İnkılapçılık ve Halkçılık.. Şu an en önemlisi Halkçılıktır aga.. Halk dediğin, genç nüfustur işte.. 18-30 arası yaşayanlardır Türkiye Cumhuriyeti'nde.. Bu insanlar(aralarından biri de benim), aç, işsiz ya da ne bok yiyeceğini bilmiyo.

Birinin bu adamlara inmesi lazım. Liderlik falan skimde değil. Liderse şu an Türkiye'de bulabileceğin lider karakterli insanların 1 numarası RTE'dir. Adam lider ruhlu aga.. Dediğini dinletiyo, inandırıyo.. Peki bunun benim babacığıma bi yararı var mı? Benim komşuma yararı var mı? O adam gemicik alırken oğluna, 35 yıllık usta İbrahim bi motorbisiklet alabiliyo mu oğluna.. Çankırı'da marangoz bi ev tutabiliyo mu okumaya İstanbul'a giden oğluna.. Onların gelir seviyesi, refah düzeyi yükseliyo mu? Yükselmiyo. O zaman yerim ben öyle lideri. Alışmışız lidere, hep lider bekliyoruz. Ulan herkes Mustafa Kemal mi? Hem lider olsun hem de hiç tanımadığı insanların iyiliğini düşünsün. O adam bi kere gelir. Nasıl ki Bob marley bir kere çaldı gitarını, nasıl ki Eric Cantona bir kere oynadı topunu,
MUSTAFA KEMAL de bir kere gelir.

Kemal Kılıçdaroğlu, liderdir veya değildir, umurumda değil. Bu adam halkçıdır. Bu adam, yoksulu düşünüyor, bu adam işsizi, bu adam parasız olduğu için eğitimi olmayanı düşünüyor. Bu Dünya'da birşeyleri değiştirmek için lider olmaya gerek yok. Düşünce ve bunu uygulamaya koyma esastır. Hala daha lider diyenler varsa, Adolf Hitler'e baksınlar.. O adam liderin kralıymış. Sonuç 7 milyon günahsız Yahudi cesedi.

Ben lider istemiyorum, ben benim hakkımı koruyan, elindeki yetkiyi bisküvi şirketlerinden para almaya değil, bana, babama, benim komşuma, benim okuluma kullanan adam istiyorum.

Ben ki az çok etrafımdakileri değerlendirme kabiliyetine sahibim, istedikleri kadar yalan dolan haber yapsınlar, istedikleri kadar çarpıtsınlar, şu an benim aklıma yatan en yakın adam, bu adam.. Nasıl ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olsun diye seve seve attım oyumu, genel başkanı olursa CHP'ye de seve seve basarım "EVET" mühürünü bu adama...

Saygılar..

BB

14 Mayıs 2010 Cuma


Bahadır Baruter çizmiş, inanılmaz olmuş.


*Dıhlarsanız çok büyüyo, çok da güzel oluyo...

BabaZula

11 Mayıs 2010 Salı

iststatus.com

10 Mayıs 2010 Pazartesi


Heralde hayatımda ilk kez pederden öğrendiğim bi internet sitesi anlatıyorum.. Hergeleblog tarihinde bir ilk..


İststatus. com

Dünya'nın her yerinde uçan tarifeli uçakların tamamının nerede olduğunu, nereden nereye gittiğini, kaç km hızla, hangi irtifadan uçtuğunu gösteriyor. Bakıyosun burdan, hop diyosun tam üstümüzden uçak geçiyo, bi bakıyosun hakkaten geçiyo.. Vaaay diyosun adamlar Çin'e gidiyor arkadaş.. Ben n'apıyorum, facebook'a bakıyorum. Adamlar Çin'e gidiyor, ben haşortmanlarımla, pijamalarımla oturuyorum..

Telsiz görüşmeleri bile var.. Canın mı sıkıldı, aç burayı bak üstünden hangi uçak geçiyo.. Güzel bişi tabi.. İvit...

Bu arada babam bu siteyi kullanarak bi yıllık bedava enginar kazanmış.. Bildiğin enginar.. Nası diye soranlara bi ara özelden sölerim.. Anlatılınca o kadar komik olmayan hikayelerden çünkü.. Riske etmek istemiyorum..

Tee-Totalism

3 Mayıs 2010 Pazartesi


Böle de bişi varmış. Teetotaller diyolar uygulayanına.. Ağzına alkol koymayan insanlara, yani bunu prensip edinmiş insanlara bu isim verilirmiş. Çok da mantığım almıyor açıkçası.. Hani aran olmaz pek falan anlarım ama, ben bu zıkkımı ağzıma sürmem demek de saçma lan..


İç iç karını döv, araba kullan demiyoz ki.. Baya da adam var böle ha.. bak Wikipedia'dan buldum, zebil gibi.. Aralarında kokain bağımlıları bile var lan.. "Kokain içiyorum ama alkolü ağzıma sürmem cicim..." Böle bi Dünya mı var lan..

Gözüme takılanları yazıyorum buraya, assktr diyeceğiniz çok isim var. Ben en çok David Bowie'ye şaşırdım. O şarkıları nası yazdın o zaman godoş demezler mi adama...

  • Dick Advocaat
  • Ryan Adams(Geçtim alkolü, sen küfür etmeyi bıraksan gene adam olmazsın..)
  • Tony Adams(Arsenal'in eski kaptanı.. Hadi bu topçu eyvalla..)
  • Akon(İnanmam müdür.. O klipleri çekicen sonra alkol içmiyorum.. Yavaş..)
  • Tyra Banks(O memelerin içi güğüm güğüm süt demek ki..)
  • David Beckham(bi tane de kötü alışkanlığın olsun Allahsız..)
  • David Bowie(Lan adamın bi gözü başka renk, biz gözü başka, ne demek alkol içmiyorum.)
  • Gerard Butler(İskoç değil mi olm bu adam.. Benim bildiğim İskoç'lar 1 litrelik bardaklarda içiolar bu mereti)
  • George W. Bush( Kesin içip içip Irak'a asker yolluyodu pezemek, karısı bıraktırdı sonra.)
  • Naomi Campbell(Babacım kokainden hapis yatmadı mı bu kadın. Sokak temizletmediler mi?)
  • Jim Carrey
  • Djibril Cisse(topçu kontenjanı bu da)
  • Tom Cruise(Ben yaptım di mi Cocktail diye filmi..)
  • Eminem(bu tedaviden sonra bırakmış.)
  • Adolf Hitler(bu zaten .rrospu çocuu afedersin.)
  • Samuel Jackson(bu da sonradan bırakmaç)
  • Ewan McGregor(Bu yalan lan.. Hadi sigarayı içmesen de içiyo gibi yabarsın da, Trainspotting'de kütür kütür yuvarlıyodun biraları. Ona ne diceksin..)
  • Natalie Portman(Şunu yazarken bile içim titredi.)
Daha fazlasını ahada burdan bulabilirsiniz. Ben en çok ilgimi çekenleri yazdım. Gerisi tee-totallermış, pii-bokalırmış gerekmez bize..

Ama ben diyorum ki gene de;

Deniz kenarında, lüferin yanında 2 duble rakı içmenin de keyfi zararını her türlü amorti eder. Natalie, bu sözüm sana.. Gel buraya, boğaza çıkaracam seni... Canını yirim..

Memleketim.

16 Nisan 2010 Cuma


Süpersonik memleketimin süpersonik insanı, bankamatikten aldığı parayı bile saymadan cebine koymuyor.

"Uzay yolu'nda bu mına kodumu kompüterleri hep hata yapıyodu, arızalanıyodu, benim parayı da eksik vermiştir belki, neme lazım." diyip diyip...

Daraldinyo

12 Nisan 2010 Pazartesi

Okulun son düzlükleri.. Maraton gibi anasını satiyim. Maraton bitiyo, ben de bitiyorum inceden. Teziyle, sunumuyla, stajıyla, dersiyle uğraşcak takatim kalmadı. Bi tane skindirik diploma vercekler, ağzıma sıçtılar afedersin.

Bi sıkımlık mermim kaldı, onunla okulu bitirdim, bitirdim. Yoksa bi 6 ay daha beraberiz güzide okulumun güzide hocaları.. Ben sizden bıktım, siz benden bıktınız, bi kolaylık gösterelim de sittirsin gitsin şu çocuk demenizi bekliyorum. Yoksa ciğerlerim yanıyo artık son 100 metrede..

Hayır Avrupai mantıkla da yetiştirilmedim ki.. Türküm arkadaşım ben, heyecanlı başlarım, yarısında sıkılırım. Sıkıldım işte okuldan. O kadar derse geldim, gelmiş mi diye yoklama aldınız, o kadar şey öğrettiniz, sonra öğrenmiş mi diye sınav yaptınız. Hepsini halletim, gözünüze gözünüze soktum 85'leri, 92'leri.. Milletin 1-0 olsun benim olsun dediği dersleri, B+'larla, A-'lerle geçtim, 3 kere 5 kere aldıkları dersleri içki içe içe verdim.. Hala mı yetmiyo ya, hala mı doymadınız sınav kağıdı okumaya, yalan dolan sunum dinlemeye..

Bunca yıldan sonra dahi bana magazinli tezgahları, re-engineering yöntemlerini öğretmeye çalışan tüm prosedürleri ve eğitim sistemini burdan selamlıyorum...

Ve diyorum ki;

İşiniz gücünüz mü yok lan, s.ktirin gibin başkasıyla uğraşın...

Kurt Cobain

5 Nisan 2010 Pazartesi


16 sene önce bugün ölmüş depresif hırkalı.. Ağza pompalıyı dayayıp çektirmiş tetiği.. Böyle bi şeyi yapmak ya 4 kilo t.şşak, ya da 3 doz eroin ister.. İkisi birden olunca da Kurt Cobain oluyosun işte, öldüğün yerden 12.000 km uzakta çocuğun biri posterini asıyo duvarına..


Üniversite 1'de aldığım posteri hala asılıdır odamda. Ben de en sevdiğim şarkısıyla anıyorum güzel insan, nadide kişilik Kurt Cobaini...


Şimdi, bi de şöyle bi teorim var benim.. Brezilya'lı bayanların neden bu kadar güzel, pardon güzel az kaldı burda; Brezilya'dan bu kadar fazla tanrıça benzeri bağyan çıkabildiği ile ilgili.. Örnek ver dersen, Cisel Bünçhen, Adriyana Lima, Alessandra Ambrosyo ve Kanal D Haber'in "Rio Karnavalı Çok Acayip" başlığı altında verdiği haberlerde gözüken tüm bağyanlar derim.

Teoriye gelecek olursak;

Şurdan başlıycam, akraba evliliğinin sonuçları çok kötü olabiliyor di mi. Yani akraba evlilikleri sonucu, işte kan uyuşmazlığı, benzer genler olması falan fıstık, Dünya'ya gelen çocuk biçimsiz oluyor genelde. Hiç kafadan atıp tutmaya gerek yok, Vikipedi'den alıntılıyalım.

Akraba evliliği, zararlı baskın gen ve çekinik gen üst üste gelerek çakışması olasılığını artırdığından genetik hastalıkların görülmesine yol açabilir.*

Birbirine yakın gen kodlarına sahip olan ana-babaların çocuklarının sakat, yani cinsel açıdan sıfır çekicilikle doğma ihtimalleri yüksek..

Peki bunun tersi geçerli olabilir mi? Bence olur. Yani gen kodları birbirinden çok farklı ana-babaların çocukları da bu olayın diğer ucudur. Melez insanlar güzel olur genelde. Örnek ver derseniz gene, Kristen Kreuk derim.. Kendisi Kanadalıymış. Babası Hollandalı, annesi Endonezya'lı bi Çinli, Anneannesi de Çinli-Jamaikalıymış. Valla billa. Bunu da Vikipedi'den aldım. Hemcinsim olarak da Prison Break'in başrol oyuncusu Wentworth Miller derim misal. Bu adamın da babası Afro-Amerikan, Jamaikalı, İngiliz, Alman ve Kızılderili kökenli, annesi ise, Rus, Fransız, Suriye ve Lübnan kökenliymiş. Bunu da imdb'den buldum.

Yani bi uçta, ana-baba aynı yerden, hatta akraba olan insanlar var, bi yanda da aile ağacı Olimpiyat açılış töreni gibi olan insanlar var. Aradaki fark ortada.. En azından cinsel çekicilik olarak söylüyorum, iki zıt kutup gibin adeta..



Peki Brezilya'yla bütün bunların ne alakası var.. Brezilya bildiğiniz üzere ilk başlarda Portekiz sömürgesi olan bi ülke. Bu işte coğrafi keşiflerden sonra, önce Portekizliler geliyo, sonra Almanlar geliyo, az biraz İspanyollar uğruyo, sonra köle ticareti başlıyo, Amerika'ya götürülecek kölelerin çoğu Brezilya'da toplanıp, ordan Amerika'ya taksim ediliyor.. Hatta 300,000 kadar Osmanlı tebaa'sı bile yerleşmiş zamanında. Sonra özellikle 1889 yılından sonra, yani bağımsızlık ilan edilip Brezilya Federal Cumhuriyeti olduktan sonra, ırkçılığa karşı sıfır tolerans bir devlet politikası benimseniyor. Hala daha siyah ırkın ve beyaz ırkın bir arada, tamamen eşit olarak yaşayabildiği Dünya'daki tek ülke olma özelliğini koruyor. Brezilya'da fakirlikten sürünen beyazlar olduğu gibi, zenginlikten parayı koycak yer bulamayan siyahlar da var. Aynı şekilde, bir siyah ile bir beyazın evlenmesi, Amerika'da bile hala daha tam olarak sindirilememiş bir durum iken, Brezilya'da böyle bişi yok. Zaten kim siyah kim beyaz karışmış gitmiş, muhtarlar bile bilmiyodur heralde kim Libya'dan geldi, kim Alamancıydı..

İlk başlara geri dönersek, Almanı, Portekizlisi, Nijeryalısı karışmış gitmiş bu ülkede, kimseye de dememişler ki sen şununla evlenemezsin, bundan çocuk yapamazsın diye.. E nolmuş, gen çeşitliliği olmuş. Kamerunlu geniyle, Alman geni karışmış gitmiş birbirine.. Sonuç? Acun'a çıkan bir Adriana Lima, Fashion Tv'ye çıkan bir Giselle Bundchen ve 12-18 yaş arasındaki Türk ergenlerinde kilo kaybı..

Son tahlilde diyeceğim şudur ki, bu gen benzerliğinin bir ucu Arif Erdem ve Adapazarı Patates Festivali ise, bir ucu da Alessandra Ambrosio ve Rio Karnavalı'dır. Gen çeşitliliği güzel bi şeydir, herkes kendine en alakasız olan insan ile evlenmelidir.


He sen şimdi dersen ki, Bilica da Brezilya'lı, o niye böle? Onu da git Campina Grande nüfus müdürlüğüne sor. Oralıymış zira..

Bu çocuğun teorisi de budur.. Ayrıca son olarak da bu uzun ve gereksiz yazıyı üşenmeden okuyan herkese teşekkürü ve bi dal sigara bağlamayı da kendime borç bilirim..

Bu arada benim de annem-babam akraba.. Kardeş çocuklarının torunları.. Genlerim de safkan Bolu geni.. Sen niye bir Benicio Del Toro, bir Coni Dep değilsin derseniz, bundandır. Ama bakma sen, ucuz yırtmışız gene, Allahıma bin şükür, hamdolsun dinimiz, sübaneke amin...

Öperim..

*Kaynak

Ah Can Dündar ah...

3 Nisan 2010 Cumartesi

Can kamilinin yazısı

Abi'nin yazısı

Öncelikle, hakikaten yukarıdakilere tıklayın ve okuyun.. Ölümüne analizle okumaya gerek yok. Üstün körü bi okuyun, ne anlattığını ucundan anlasanız yeter.. Atlaya zıplaya okuyun..

Anladınız mı.. Tamam;

Şimdi bu Can Dündar denilen adam, yaptığı sanat icraatıyla(Sarı Zeybek), izlediğim her daim benim gözümü yaşartabilen tek insandır. Tabi bu olay Mustafa Kemal'in büyüklüğü mü, Can Dündar'ın başarısı mı, orası tartışılır. Ama severim yani. Son zamanlarda az biraz piyasacı bi görüntü çizse de, kendisine çok bozuk değilimdir. Medeni insan en azından, memlekete zarar gelmez bu adamdan diye düşünürüm..

Ama bu sefer biraz geç kalmış. Bi yazı yazmış Mart ayında, geç kalmış. Abin Co'nun taa ne zaman açıkladığı, üstüne eğildiği bi konuyu anca mart'ın 20'sinde düşünmeyi akıl etmiş.. O da Fransa televizyonunda bi program izlemiş de, öleymiş böleymiş..

Adamım, eğer ki bu Hergele'yi takip edeydin, Milgram abimizi çooook önceden bileceeğdin.. Bunu yazamam bunu daha önce Hergele yazmış diyeceğdin. Ama yok, araştırmacı gazeteciyim diye geçiniyosun, ünü dünyaları sarmış Hergelenin Rüyasını okumuyosun.. Oluyo mu? Olmuyo..

Belgeyle, kayıtla konuşuyorum.. Benim 4 Eylül 2009'da yazdığım muhabbeti, taa 20 Mart 2010'da yazmışsın. Okusaydın burayı, köşe yazına benim linki koycaktın sadece, insanlar da gelip okuycaktı temiz temiz..

Ama yabamadın.. Bu yazıyı bulamadın.. "Hitler Milgram" yazsan Google'a, ahada bu blog'a getiriyo seni.. Yazdın mı, yazmadın.. O zaman ben de bu konuyu kamuoyunun vicdanına bırakıyorum. Sonuçları da seninle paylaşıcam.. Yenilirsen bi yemek ısmarlasın artık.. Gözlük seni...




Aynı kafa abicim.. Birinde Zack De La Rocha gitmiş, Chris Cornell gelmiş, birinde Koray Cangöze, ehm, pardon Koray Candemir çıkmış Mirkelam gelmiş.. Benim için bi farkı yok..

Equation

2 Nisan 2010 Cuma

Güzel fikirler + Alkollü kafa = Bedavaya 2 kat yorulan beyin hücreleri!!




2+2=4 hocam..

And içerim..

11 Mart 2010 Perşembe


Bu blogdan ant içiyorum ki,

Bir daha ömrüm boyunca, pastane poğaçası(ya da poçası, puhaçası, poaçası, pohaçası) yemiyeceğim. İşlenmiş unun, şekerin bünyeme girmesine izin vermiyeceğim. 15 kiloluk Amokaçi marka ayçiçek yağı ve 1 kiloluk ucuz margarin üreticileri, benim yüzümden daha az satıcaklar.. Hijyen, insan sağlığı, kol kıllarının yoğurduğu hamurun içine düşmesi gibi konuları s.kine bile takmayan pastanecilere para kazandırmayacağım..

Ev poğaçası olursa yerim ama. Gerçi benim annem yapmaz da, hani olur da patlar bi yerden, bol peynirli-maydonozlu, sert olanlardan.. Onları yerim.. Ya da biri der ki, "Olm bu pastane bi poğaça(ya da poça, puhaça, poaça, pohaça) yapıyo, ta Peru'dan geliyolar yemeye" diye.. O zaman da ucundan bi tadına bakarım. Gene de bi tanesini bitirmem yani.

Olur da bi gün bi yerde görürseniz poğaça(ya da poça, puhaça, poaça, pohaça) yerken, gelin, tutun kolumdan bi internet kafeye götürüp, bu yazıyı gösterip, yüzüme tükürün..



Edith Piaf

10 Mart 2010 Çarşamba

Yaktım Gemileri..

3 Mart 2010 Çarşamba


Zamanında,
Lağıma Çarpma Atmak deyimini açıklamıştım. O biraz lokal bir deyimdi. Bugün de başkasından dem vurucam(dem vurmak?).


Duyarsın bazen, birisi der ki "dönüş yok aga, yaktım gemileri artık.." Yaktın, yaktın da niye yaktın c'anım gemileri güzel abicim.. İDO'yla problemin mi var, geminin sahiplerine mi kızdın, armatörleri mi sevmiyosun, nedir yani? Hem gemilerini yakınca, başka dönüş yolu mu kalmıyor? Bu memleketin demiryolları var(her ne kadar çok yetersiz de olsa), havaalanları var, asker ocağı gibi her çeşit insanı bulabileceğin otogarları var. Onlardan biriyle dön.. He illa denizyoluyla döncem diyosun, vapurla dön, ne biliyim sandalla dön..

Ama muhabbet öyle değil. Bu deyimin de çok epik bi hikayesi var aslında. Zamanında, islamiyet dini yeni yeni yayılırken, herkes kendine iş ediniyo tabi bu olayı.. İşin ucunda cennet var, ulan diyo, ben de yayiyim azcık şu islamiyeti, hurilerden nemalanırız, ne biliyim sınırsız şarap denizleri varmış, içeriz falan diyolar, zaten iş güç de yok, her yer taş toprak.. Daha futbol bile icat edilmemiş, insanların yapıcak hiçbişeyi yok. Varsa yoksa savaşalım, kılıçtan geçirelim, seve seve müslüman yapalım herkesi. Sadece islamiyet değil, yahudisi de yapıyo bunu, hıristiyanı da.. Bi tek garibim, Budistlerin böyle bi derdi yok, onlar da zaten manastırda konuşmama yemini etmiş, nereye baksan turuncu entarili kel kel adamlar, beyinleri sulanmış, ondan.. Yoksa adamlar Kung-Fu'cu.. Hey yavrum hey.. Bruce Lee'nin ataları, işin asıl erbabları yani. İsteseler var ya, hepimiz şişko bi Buda heykeline bakıyoduk şu an..

Nese, her 3-5 kişi toplayan, "Yürüyün seferoğulları" deyip, vuruyo kendini yollara islamiyeti yaymaya. Bi tane de harbici harbici delikanlı, bildiğin lider ruhlu biri var Tarık Bin Ziyad diye. Sen, bunlar Kuzey Afrika'dan bi vur kendini, yaya yaya.. Fas'ın oralardan taaa karşıya geç, İspanya'ya git Allah'ın sıcağında. Endülüs zamanı olması lazım. Ama oraya gidene kadar tabi, tükeniyo artık ordu. Yemek yok, her taraf avuç avuç kum. Su desen, yakalarsan içiyosun işte falan.

Gemilerle geçiyolar karşıya, Cebelitarık boğazından(Zaten o yüzden Cebelitarıkmış oranın adı. Tarık Bin Ziyad'dan). Oraya gelene kadar da dolan allah dolan. Ordu bitmiş, tükenmiş.. E bi de deplasmandasın zaten. Askerler mızmızlanmaya başlıyo.. "Gomtanım gidelim, Gomtanım gidelim, öldürücekler bizi, çok fazla bu adamlar, z.kcekler belamızı" falan fıstık, Bin Ziyad'a veryansın ediyolar.

Tarık Bin Ziyad'da topluyo bütün orduyu çıkartma yaptıkları limana.. Gözlerinin önünde tüm gemileri cayır cayır ateşe verip yaktırıyo. Zaten demir falan yok, gemiler çıtır çıtır çıra.. Kül oluyolar anında.. Dönüp diyo ki adamlarına;

"Arkanız düşman gibi deniz, önünüz deniz gibi düşman, nereye kaçacaksınız?"

Buradan dönüş yok, ya burayı alırız, ya da ölürüz demeye getiriyor. Sonra da çekiyo kılıcını, haldır haldır vuruyo kendini düşmanın üstüne. Adamsan koşma arkasından.. Ulan insan Yüzüklerin Efendisi'nde Aragorn konuşunca bile, saldırası geliyo Mordor'a, onu canlı canlı görsen, ayakkapları çıkartıp ayakkaplarla dalarsın düşmana..

Zaten şu hareketi ben Beşiktaş-Üsküdar vapurunda yapsam, yaksam vapuru aniden,o gazla bizim okulu komple ele geçiririm heralde.

O yüzden de diyorum ki dikkatli kullanmak lazım bu deyimi. Ben gemileri yaktım deyip de, ertesi gün götüne baka baka dönen adamlara "N'oldu koç, demirden miymiş senin gemiler, yanmadı mı?" diye sorma hakkını, bu yazıyı okuduktan sonra kullanmaya hak kazandınız. Hepinizi tebrik ediyorum, bu uzun yazıyı buraya kadar sabredip okuyan herkese teşekkürler...


Pirates of Beşiktaş Üstgeçit

1 Mart 2010 Pazartesi


Aga ben bu korsan muhabbetini kafamda bi yere oturtamadım. Almamak gerekiyo di mi... Neden, işte eserini okuduğun, dinlediğin, izlediğin ya da hem dinleyip hem okuyup hem izlediğin(altyazılı film mesela), adamlar para kazansın, daha çok öyle güzel işler yapsınlar, emeğin karşılığı falan fıstık.. Ama şimdi benim verdiğim para o adama gidiyo mu? Gidiyosa ne kadarı gidiyo? Ayrıca o adamın hakikaten benden gelecek 3 kuruşa mı ihtiyacı var.


Hayko Cepkin mesela.. Çok manyağı değilimdir. Çok pis manyakları var o ayrı. Ulan bi klibini hatırlarım ki, fan club'ı çekmiş falan, akıllara zarar.. Abartmaya gerek yok, kendinize saygınız yoksa azcık ananıza, atanıza saygınız olsun.. Hayko'ya klip yap diye mi babanız eşşek gibi.. Nese.. Ama dinlerim adamı yani. Kanal gezerken klibini yakalarsam, bi 30 saniye falan bakarım (Rihanna'da falan bu süre 4 dakikaya kadar çıkabiliyo. Müziğini beğendiğimden tabi. Tamamen sanatsal.. yersen..). Şimdi bu adam yeni albüm çıkartmış. Ulan korsanını indiriyim dedim. Sonra bi an düşündüm, boşver para kazansın adam, orjinalini alıyım falan dedim ama, abartmıyorum, 1 saniye falan sürdü bu düşüncenin bendeki hakimiyeti. Hemen yazdım google'a "Hayko Cepkin rapidshare" diye.

Almam çünkü aga.. Elimde bu kadar imkan, sınırsız internet, 1 GB ram'li bilgisayar falan varken almam. Mantığıma ters.. Bedavası varken neden para veriyim. 10 liraya yeri geliyo 2 gün geçiniyorum ben.

Ha şimdi ben internetten indirdim, n'oldu. Hayko Cepkin sıçtı mı? Alakası yok. Adam gene kazanıyo parasını. Sence Jay-Z albüm satışından mı kırıyo parayı. Yoksa konserlerden, açılışlardan, ne biliyim düetlerden mi kazanıyo.

Ben albümü dinlesem, süpermiş desem, sağda solda yaysam adamın adını, bence gene acayip işine gelir Hayko'nun.

Yapımcısı işte çok satarsa gene ona albüm yaparmış, sistemin çarkları dönermiş falan.. Laynn. S.ktrtmeyin çarkınızı.. Sen adam gibi iş yaptıktan sonra sana yapımcı mı yok. Zaten artık adamın kasedini çıkartan aynı zamanda da menejeri oluyo. Konserlerden falan yalıyo parasını yani.

Zaten bak yazmışım 3-5 kayıt aşağıda, eğer ki ben bi işi fazlaca kişiden duyuyosam, o adamlar zaten paranın .mına koymuş oluyo. Tam dinamiklerini bilmiyorum, nasıl oluyo, kimse satıyolar falan ama, birine satıyolar yani. Yurtdışı için daha geçerli tabi ama, Türkiye'de de işler böyle yürüyo aşağı yukarı.

Zaten Hayko'ya kaç para kalıyo bi CD satışından.. Ya da Bal filminin DVD'sini alsam ne kalır Semih'e? 2 lira mı, 3 lira mı? bi ara buluşalım abi, madem o kadar "orjinal al, orjinal al" diye bağırıp duruyolar, veriyim 2 lirasını, atıveriyim cebine.. Temiz temiz virüslü sitelerden buluyim linkini sonra..

Hem zaten sanatçı niye bu kadar para kazanmak zorunda usta.. Sen konservatuar bitirdiysen benim de okumaktan ebem zkildi. İntegral, türev, simülasyon, işçi-havuz, optik, ıvır zıvır, bi dünya olayla uğraştım. Dile kolay.. Ben 1,5-2 liraya talim ederken, senin niye milyon dolarlar kazanman gerekiyo? Valla bak, ver Hayko'ya 2 lira maaş, müzik yap de bakalım.. İlk bi kaç ay yapamaz, sonra baktı yumurta dayandı, her türlü yapar. Yapmazsa da kendi bilir.


Hayko'ya da çok yüklendik bu arada. Dileyen buradaki tüm Hayko'ları, Replikas yaparak da okuyabilir bu yazıyı..

Ama bak şu olur, diyelim ki böle aşarım müzik dinleme konusunda, ses kayıtları, kayıt teknolojisi falan çok kafayı takarım o işlere.. O zaman belki, ses kalitesinden mütevellit güzellikleri yakalıycam diye, uğrarım bi D&R'a.. Ama benim DIANA marka 5.1 ses sisteminden(şu an sadece 3 tanesini kullanıyorum, onlarında bi tanesi kafasına göre, çalışır çalışmaz, bişi diyemezsin) dolayı, şu an öyle bi olasılık da çok uzak gözüküyor.

Yoksa benden zırnık çalışmaz aga. Güzel işe de güzel derim, etrafımdakileri de izlesinler, dinlesinler diye zorlarım, kanırtırım.. Yayarım yani güzel işleri. Facebook'da paylaşırım, elden sölerim, hard disk getirir ona atarım falan, çabamı gösteririm yani.



v: to NAH, n: NAH A typically Turkish cultural gesture which expresses misbelieve, distrust, challenge, opposition or disobedience. Nah occurs when someone puts his/her thumb between forefinger and middle finger and the nahhed fist is… shown to the person at whom it is aimed.

A more brutal version of the gesture exists, by creating a “slash” like sound after turning the nahhed fist with an immediate forward motion, in order that the nahhed wrist hits the other hand’s palm.

LITERALLY NAH MEANS “LIKE THE HELL IT IS?”


Nerden mi buldum; aha da burdan..

Bu Dünya'da yalnız değilim..

21 Şubat 2010 Pazar




Birisi beni bu kızla tanıştırabilir mi lütfen.. Çok ortak noktamız olduğunu düşünüyorum zira..

Ben bu numaraya haftalarımı vermiştim. Hala daha da ne zaman babamın yanında yapmaya kalksam(alışkanlık olabiliyo çünkü, istemsiz atıyorum bazen baloncuklarımı) kafama tokadı yirim..

Çok zor olaydır ama, herkes yapamaz. En azından öğretmeye çalıştıklarımdan hiçbiri öğrenememişti. Denemek isteyenlerin tek ihtiyacı olan tükürük. Ya da tükmük.. Kolay gelsin..







Başladık madem II. Dünya Savaşı Almanya'sından, devam edelim. Diyoruz ya, koca bir ulus, hem de öyle böyle bir ulus değil yani, koskoca Cermenler bunlar, Beethoveen'i çıkartmışlar, Martin Luther'i çıkartmışlar.. Sakson ırklarının en önemlilerinden, Avrupa'nın en eski, en bilge ülkelerinden biri. Hitler gibi bir katilin(katil az kalıyor, azrail mi desek) peşinden nasıl gider?


Hitler bir imparator değildi. Kendisine Führer diyordu fakat imparator değildi. Seçimle başa gelmişti. Halkının desteği her zaman arkasındaydı. Karşı çıkamazdınız, orası ayrı, ama karşı çıkmak isteyen de yoktu. Son zamanlarında delirmiş olmasına rağmen, hala daha her şeyi onun bileceğine, dediği her şeyin doğru olduğuna inanan çok büyük bir güruh vardı arkasında.. Peşinden intihar edenlerin çoğu, savaşı kaybettikleri için sıkmadılar kurşunu kafalarına, Führer haksız çıktığı için, Führer kendini öldürdüğü için, buna dayanamadıkları için öldürdüler kendilerini.

Ama gene de insanın aklı almıyor, berbat saç kesimli, sinir bozucu bir bıyığı olan,başarısız bir ressam nasıl almış milletin beynini, nasıl akıl tutulması yaşatabilmiş koca Cermenlere..

Öncelikle şunu söyleyelim, Hitler asla aptal bir adam değil. Hatta dahi denilebilecek bir zekası var. I. Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkmış, enflasyonun yüzde 1000'lere çıktığı Almanya'yı sadece 10 senede Dünya'nın en güçlü ordusunu kurdurabilecek kadar iyi bir yönetici. İktidarı sağladıktan sonra, tüm sendikaları kapattırmış, bütün işçileri bir "işçi birliği" altında toplamış ve herkesin maaşları devletin genel bütçesinden verilmeye başlanmış. Maaşları artan ve grev haklarını akıllarından bile geçirmeyen işçilerle, belki de tarihin en büyük iktisadi atılımını gerçekleştirmiş.

Almanya'yı ekonomik buhranlardan kurtarması onu halkın gözünde başka bir yere koymuş tabi ki ama, bu başarısı "bütün Yahudileri öldürelim, zaten savaş çıkar öyle yaparsak, sonra da hem biz ölürüz hem onlar ölür, Büyük Almanya'yı kurarız, saf ırk yaratırız." dediği zaman insanların çılgınlar gibi alkışlamasına yeter mi?

Bunların yeterli olmayacağını Hitler'de biliyordu. İnsanları etkilemenin başka yolları da vardı. I. Dünya Savaşı'nda İngilizler'in yaptıklarını da biliyordu. İngilizler, propagandayı kullanarak, tüm Alman ırkının morallerini sıfıra çekmiş, deniz kuvvetleri ve Alman cephelerinde isyanların çıkmasına sebebiyet vermişti. Hitler de propaganda yapmanın, silah ve tank yapmaktan daha önemli olduğunu düşünüyordu.


İşte izlediğim o kadar belgeselde, filmden ve internette okuduklarımdan sonra söyleyebilirim ki, Hitler'in en büyük silahı yaptığı mükemmel propagandaydı. İnsanları her söylediğine inandırabiliyor, yalanlar söyleyerek istediğini yaptırabiliyordu.

Bu yoldaki en büyük yardımcısı da Joseph Goebbel adındaki yandaşıydı. Hitler intihar ettikten sonra, altı çocuğunu birden siyanürle zehirleyerek öldüren karısını vuran, hemen ardından kendini öldüren ve cesetlerini yaktıran bu sosyopat, zamanının Propaganda Bakanlığını yapmıştır ve Büyük Yalan denilen, Nazi hükümetinin olmayan şeyleri gerçek gibi anlatarak kitleleri etkilediği oluşumun da en iyi uygulayıcılarından biridir. Aşağıdaki videoda onun konuşmalarından biri var. Bu konuşma, 1945 yılında yapılmış. Yani Almanya Rusya'dan perperişan bir halde dönmüş, savaşın kazanılmasının artık imkansız olduğu anlaşılmış, Ruslar'ın Berlin'e ulaşmasına bir ay kalmış. Söyledikleri külliyen yalan. Doğru bir tek kelime bile yok ve bunu bilmek için, bağımsız radyo kanallarına, yandaş olmayan gazetelere ihtiyacınız yok. Savaştan kolunu, bacağını, aklını kaybetmiş olarak gelen binlerce gazi var etrafta..

Bu videoda dikkat edilmesi gereken nokta, Goebbels'in beden dili ve dinleyicilerin yüzündeki ifade.. Koyun gibi bile diyemiyorum, sanki, beyin sinirleri alınmış. Adeta film izler gibi izliyorlar ve konuşmadan inanılmaz etkilendiklerini ve her kelimeye inandıklarını söylemek için insan sarrafı olmaya gerek yok. Çocuklarının ölmesine sebep olan adamın her cümlesini öyle bir alkışlıyorlar ki.. Goebbels yalanlara kendi de inandığı için mi bu kadar emin konuşabiliyor yoksa sadece Führer'e hizmet mi ediyor, bunu bilmek imkansız. Bilinen tek şey 50 milyon insanın öldüğü, 100 milyonlarca insanın sakat, öksüz, yetim kaldığı, 2 tane atom bombasının atıldığı ve 12-13 yaşındaki çocukların insan öldürmeye mecbur bırakıldığı...

Fakat asıl soru, Ya Hitler kazansaydı?



"Doğu cephesinden büyük taarruz başladığında, askerlerimiz aman vermeyi akıllarından bile geçirmeyecektir. Kuvvetlerimiz, çoktan saldırıların gücünü azaltmaya başlamıştır ve bir kaç hafta içerisinde, büyük taarruzu sahaneye koyacaktır. Savaşa girecekler.. Fedakarlıkla.. Cemaatler ayine gider gibi.. Adamlarımız, silahlarını omuzlarına alıp, tanklarına tırmandıklarında, gözlerinin önünde, şiddete uğramış kadınları ve öldürülen çocukları olacaktır. Boğazlarından, düşmanı korkuyla titretecek bir intikam çığlığı yükselecek. Führer, diğer krizlerin üstesinden geldiği gibi, bu krizi de zafere dönüştürecektir. Bir önceki gün bana dedi ki: "Bu krizin üstesinden gelebileceğimize gönülden ikna olmuş durumdayım. Bütün ordularımızı, büyük taarruz için düşmanın üstüne salacağız, onları geri püskürtüp, yok edeceğiz. Ve bir gün bizim bayraklarımız zafere ulaşacak. Bu benim sarsılmaz inancımdır."

Meine Führer..

20 Şubat 2010 Cumartesi


Hitler;


Vejeteryanmış, sigara alkol kullanmazmış, kullanmadığı gibi yerin 7 kat altındaki sığınağının yakınında da sigara içirtmezmiş, son günlerinde sadece içinde et olmayan yemeklerden bahsedermiş ve çoktan yokolmuş olan bir 9. tümen'in gelip Almanya'yı tekrar kuracağına inanırmış..

Kendini öldürmeye giderken, yanında beylik tabancası ve bir ampul siyanür varmış. Önce siyanürü içip, zehir etkisini göstermeden, 1 saniye içinde kafasına mermiyi sıkmış, cesedini de yaverine yaktırmış. (Adam gibi adam olsa, öldüğü zaman kafasına bi kurşun da yaveri sıkarmış, cesedini yakıp, 58 sene daha yaşayacağına..)

Kendisininin hata yapmayacağını ve ölümsüz olduğunu düşünürmüş(bütün kardeşleri 10 yaşına basmadan öldüğü ve I. Dünya Savaşı'nda cephede durduğu yerde bir top patlamadan bir kaç dakika önce kendisine bir sesin "uzaklaş burdan.." dediği için..). Ayrıca Hitler'e 42 kez suikast girişiminde bulunulmuş, anlaşılacağı üzere hepsi başarısız olmuştur.

Bir liderde olması gereken tüm özellikleri taşıyan Adolf Hitler, 50 milyon insanın ölümüne neden olmuş, eksilen nüfusa bir tane bile evlat vermeyerek bir rekor kırmıştır. Yokolan ağaçların, ineklerin, Sibirya kaplanlarının, doğaya salınan karbondioksit gazının, tüketilen tabii kaynakların kaydının tutulmaması ise, sadece ve sadece mezarına daha fazla küfür gitmemesini sağlamıştır.



Tespit #2

7 Şubat 2010 Pazar

Eğer ki Amerika'da, Hindistan'da, İskoçya'da ya da Paraguay'da yapılmış herhangi bir sanat ya da teknoloji olayını(yeni cep telefonu olur, yeni film olur, şarkı türkü olur), ben Türkiye'de duyuyorsam, o işi yapanlar paranın .mına koymuş demektir.

F.B.N.İ

24 Ocak 2010 Pazar


Evet gençlik.. Malum, üniversite öğrencisinin başında final diye bi muhabbet var. Büyütüldüğü kadar sıkıntılı bi süreç değil ama, gene de çok pis darlanıyo insan.. Ama şöyle düşün bi de, finaller olmasaydı, final arkası olmıycaktı, son finalden sonra içilen ilk sigara olmıycaktı, eve gelip kendini yatağa bıraktığın o an olmıycaktı.. Bi de iyi geçtiyse finaller, dokanma o üniversitelinin keyfine..


Dedik ya, final arkaları güzeldir diye.. Bi trip vardır ya finallere çalışılırken, "olm şu finaller bi bitsin var ya, 28 saat uyucam musaf çarpsın" ya da "sabahlara kadar feme oynıcam, bütün Avustralya Açık'ı izlicem"(sonuncusu direk şahsi düşüncelerim, kabul ediyorum)vs.. İşte final arkası yapılması en zevkli olaylardan biri de zaman-mekan derdi olmadan film izlemektir. Ama hangi filmi izlicez? Eğer siz de benim gibi "İzlicek film kalmadı anasını satim.." diyip de, imdb'nin en iyi 250 filmini 20 kere gözden geçirmiş insanlardansanız, buyrun size tam bi F.B.N.İ(Finaller de Bitti Ne İzlesek) filmi..

Filmin adı Blindness(filmi izlemiş olanlar, yazının burasından itibaren sayfadan ayrılabilirler). 2008 yapımı, Nobel ödüllü yazarJose Saramago'nun aynı adlı kitabından uyarlanmış(valla ben de imdb'nin yalancısıyım), yönetmeni ise Fernando Meirelles.. Kim lan bu denyo derseniz, eleman City Of God'ın yönetmeni.. Kendini ispatlamış yani.. Ağır ispatlamış hem de.. Bi de Domesticas, The Constant Gardener gibi filmleri de varmış ama, onları şimdi Vikipedi'den baktım.. Neyse, City Of God yeterli zaten bize..

Başrollerinde, Julianne Moore, Mark Ruffalo, Danny Glover, Gael Garcia Bernal falan var.. Zaten ben bu Julianne Moore'ı oldum olası beğenmişimdir. Çillidir falan ama çok hoş bi bayandır kendisi benim nezdimde.. Mark Ruffalo desen Hakan Balta gibi adam.. Nereye koysan oynar, hiç de sırıtmaz.. Tam görev adamı.. Gael Garcia da, Paramparça Aşklar ve Köpekler'den tanıdığımız bildiğimiz, sevdiğimiz bi arkadaşımız. Kadro yeterli. Süper Lig'e koysan kafaya oynar diyebileceğimiz türden..

Filmin konusundan bahsedelim.. Amerikalılar bu tip filmlere Conspiracy Movie diyolar.. Komplo Teorisi Filmi gibi bişi oluyo Türkçe'ye çevirince.. İnsanlığın başına gelebilecek ve tüm Dünya'yı(aslında sadece insanların Dünya'sını) etkileyebilecek kötü olayların anlatıldığı filmler.. I am Legend olsun, 28 Days Later olsun bu tip filmlere misal olabilir. Şahsen ben bayılırım böyle filmlere.. Ortaya çıkan kaotik durumlara, insanların verdiği reaksiyonlara, karnını doyuramayan insanların, altın kaplama Rolls Royce'a dönüp bakmadığı ama bir lokma ekmek için birbirini doğradıkları filmleri severim. Bazıları çok depresif olabiliyo ama, korku filmi sevmekten farklı bi tarafı yok bence..

Peki bu filmdeki "Conspiracy" ne? Dünya üzerindeki herkes, teker teker kör olmaya başlıyor ve bu hastalık bulaşıcı.. Yani siz bir anda hiç bir şey görmemeye başlayan birine yardım etmeye çalışırken, ertesi gün bi uyanıyosunuz, tınnnnnnn! sizin de şalterleri kapatmışlar. Hastalığın bulaşıcı olduğu anlaşılınca da tabi ki hemen karantina işlemleri başlıyor fakat yemez tabi. Hastalık anında etkisini göstermediği için, geç kalınıyor ve önce tüm şehir, ardından da tüm Dünya kör oluyor birer birer. Bundan etkilenmeyen tek kişi ise Doktor'un yani Mark Rufallo'nun karısı(Julianna Moore). Buradan sonra, filmde genel olarak, karantina adı altında bir hastaneye kapatılan, başlarına da asker dikilen bir bina dolusu insanın yaşadıkları anlatılıyor.

Fakat yönetmene burda ayrı bir paragraf açmak şart galiba.. Çekimler mökemmel diyebiliriz. Özellikle, insanların görmedikleri daha iyi anlatılamazdı heralde.. Doğuştan kör bir adamın gözünden çekim yapılırken, sadece sopasının ucunun gösterilmesi, ya da birinin masaya çarpana kadar o masanın orda olmadığının gösterilmesi gibi ince detaylar var filmde.. Ya da kimse kimseyi görmeyince, kimsenin giyinmek zorunda kalmaması örneğin..

Ayrıca filmin içinde aşksa aşk, entrikaysa entrika, aksiyonsa aksiyon.. Her şey var.. Özellikle aç ve susuz kaldığında insanların neler yapabileceklerinin gösterildiği yerlerde, havada uçan kargadan çok da farklı olmadığını anlayınca, hakkaten filmin içine giriyosunuz. Ulan ben olsam ne yapardım diyeceğiniz çok sahne var filmde.. Neyse anlatmıyorum daha fazla, iyice spoiler'a giricez..

Sonuç olarak, eğer ki bu aralar, ne film izlesem diye düşünürseniz, yolunuz da bu blog'dan geçerse Blindness filmi on numara bi seçenek.. Ha sen dersin ki, ben Recep İvedik 3'ü merak ediyorum, o da senin bileceğin iş.. Bana kalsa az bekle ama, Show Tv vericek nasıl olsa..

Harbiden Merak Ediyorum..

20 Ocak 2010 Çarşamba


- Elleri cebinde yürüyen bir insan, hiç komik bulunmazken, aynı işlem eller cepte değilken yapıldığında(eller bacakların yanında, cep hizasında sabit) neden samıt gibi görülmektedir?


- Koskoca Windows, herşeyi Türkçe yapabilmişken(öziçselleştirme diye bile kelime var), Program Files neden Program Files olarak kalmıştır? Her ski bilen Microsoft, File'ın dosya demek olduğunu mu bilmiyordur?

- Sütten toz yapılabilir mi(süttozu)? Sütten toz yapabilen, sinekten yağ çıkarabilen insanoğlu, neden bozulmayan sifon yapamamaktadır?

- Işın kılıcını başka bir iş için kullanan bir Jedi var mıdır?(Ekmek kesme, dönercide çalışma, traş olma vs..)

- Lada adıyla araba üreten Rus şirketi bu kadar kötü arabalar yapmak zorunda mıdır?

- Bill Gates'de yeri geldiğinde "Bugün evde yiyeyim, masraf olmasın fazla" diye düşünüyor mudur? Ayrıca satın aldığı tropik adaların, temmuz pulu, tapu sözleşmesi gibi skindirik belgeleriyle uğraşıyor mudur?

- Bardak altlığını bulan mucit, "Çok pis buluş yaptım, gelsin paralar, şan, şöhret, patent anlaşmaları, karı-kız.." diye düşünmüş müdür?

- Bakkaldan alınan alkol neden gizlenmek istenir(siyah poşet, gazeteye sarma vs.)? Aldığı kolayı veya gazozu, gazete kağıdına sararak içen var mıdır?

- Bulmaca denilen insan icadı, kul yapımı bir oluşum, dedeleri nasıl bu kadar etki altına alabilmektedir?

- 37 ekran plazma mı daha iyidir? 78 ekran tüplü televizyon mu?

- Eve gelen tamirci, marangoz, muslukçu neden hep bir bardak soğuk su ister? Bu tip insanlar hep kurak ve karasal iklimli yerlerde mi yaşamaktadırlar?

Formspring

16 Ocak 2010 Cumartesi

Evet, ben de açtım, ne var?? Ayıp bişi mi yani.. Hep farklı olcaz, marjinal olcaz diye, neymiş efendim Facebook açmamaca, Twitter açmamaca falan.. Gayet popüler etkiye kapılarak, yani insanlar açmış diyerekten, ben de açtım formspring..


Mevzuyu açıklayalım biraz.. Giriyosunuz benim sayfama örneğin, soru soruyosunuz.. Kafanıza göre.. Her türlü soruya açığım.. Bizim bakkal ibrahim abi'den, evrim teoresine kadar her yerden soruyu bekliyorum(ana-bacı karıştırmayın, kavga çıkartırım sanal alemde).. Dersime iyi çalıştım, zaten çalışana bütün sorular kolay..

Linki de BURADA... ahada...

Hadi bekliyorum soruları..

Hangisi

12 Ocak 2010 Salı

Echoes

9 Ocak 2010 Cumartesi



Ölürüm ölürüm ben bu şarkıya ölürüm...

Wish.

7 Ocak 2010 Perşembe

Bak şimdi bu da bu blog'un 100. kayıtı..


Buradan diliyorum ki;

Bundan sonraki bütün yeni yıllara, ben çalışarak girmek istiyorum.. İşim olsun istiyorum o zamanlarda, çalışayım, üreteyim istiyorum.. Alkolse alkol, tombalaysa tombala.. Her zaman yapılır onlar.. Eğlenmem gerektiği için eğlenmek istemiyorum, diğer günlerden farkı olmayan 31 Aralık günlerinde sabahlara kadar çalışıp, para kazanmak istiyorum. Bu ülkeye, vatana millete faydam olsun istiyorum..

Bu da alternatif duam olsun benim, naçizane.. Çok mu şey istiyoruz yani..

We Are (not) Divided..

1 Ocak 2010 Cuma


Güzel ve yalnız ülkemin, güzel ve yer yer denyo insanı, bildiğiniz üzere bölünmeye çok müsait. Yıllardan beri, sağcı-solcu, Galatasaraylı-Fenerli, doğulu-batılı, Melihçi-Eraycı, Edici-Büdücü gibi bin farklı kutuba bölünmüşüzdür heralde.. Yani domuz gribi aşısı yaptıran-domuz gribi aşısı yaptırmayan diye kutuplaşmış başka bir ülke varsa Dünya üzerinde, bilen beri gelsin.. Gittiği yağmurla gelsin, hele bi gelsin.. Dur neyse, sapıttık mevzuyu...


Şu güzide yurdum insanının bölünmediği bir an var ki, o da yılbaşından büyük ikramiye çıkarsa, para ile ne yapacağını soran o mikrofonun uzatıldığı andır. Kendi imkanlarımla yaptığım araştırma sonucunda, bu soru ile karşılaşan Homo Sapiens Hölö Turco'ların tamamı bu soruya şu yanıtı veriyor:

"Ev alırım, araba alırım, borçlarımı kapatırım, kalanı da bankaya koyar, faiziyle yaşarım."

İnanmayan varsa, gitsin sorsun, araştırsın. Etle tırnak gibi, atomun protonu, nötronu gibi, Yıldo'yla gülüşü gibi bir bütünlüğümüz var bu konuda..

Yüzeysel ve asla gerçekleşmeyecek bir konuda gayet güzel orta yolu bulan halkım, diğer konularda bi üretken bi üretken, sorma gitsin anasını satiyim. Herkes Da Vinci. Skandallar, komplo teorileri, efenime söliyim filozof çatlatır cinsten çıkarımlar falan.. La bi dur.. La bi dur.. Eray evlenilcek adam olsa n'olur, Galatasaray total futbol oynayamıyosa n'olur.. Rijkaard mısın bana? Doğa Bey misin bana??

Aslında Türkiye'yi Türkiye yapan olaylar da bunlar zaten.. Öbürü türlüsü çok sıkıcı olurdu lan.. Haksız mıyım? Düşünsene.. Erojen bölgeye Cuccuk hareketi olmasa mesela, eksik olurdu gibi.. Ya da diğer hayvan şakaları..

Neyse efendim, lafı çok uzattık.. Herkeşlere Bob Marley tadında bir yeni yıl dilerim.. İyi yıllar efendim...

Blog Widget by LinkWithin